hesabın var mı? giriş yap

  • youtube'da video izlerken her seferinde kutuları & ek açıklamaları kapatmaktan gına geldiyse bu zımbırtıları temelli kapatmanın bir yolu var.

    1-) sağ en üstteki profil fotoğrafınıza tıklayıp, açılan pop-up'ta ayarlar simgesine tıklayın.
    http://i.imgur.com/lo8082e.jpg

    2-) ayarlar sayfasında soldaki navigasyon bölümünden "oynatma" / "playback" kısmına tıklayın.
    http://i.imgur.com/7awthlk.jpg

    3-) gelen sayfada orta bölümde "ek açıklamalar ve etkileşimler" / "annotations and interactivity" başlığı altındaki kutucuğun işaretini kaldırın.
    http://i.imgur.com/mxwqpfc.jpg

    tebrikler... her video için hayatınızdan 1-2sn daha kazandınız.

  • acilen kedilerime onlar tarafından ödüllendirilmek istemediğimi, mamaları karşılıksız verdiğimi anlatmam gerekiyor sayın kediciler. ben kediden anlamam, köpekten anlarım. köpeğe hayır derim mesela, ödüllendirmez. ancak kedi konusunda ne yapacağımı bilmiyorum. hatta ödüllendirildiğimi anlamam bile aylar sürdü bak, o kadar yabancıyım kedi milletine. beynim bir türlü basmıyor.

    şincik, benim 5-6 tane kedim vardı. bu sayı çok diye başta bayağı söylendim. ben bakmam, istemem, vermiyorum mama cart curt diye. sonra bir baktım meğerse 14-15 kedim varmış! aynı renkte olanları ayırt edemeyişimi fırsat bilen üçkağıtçılar sırayla ortaya çıkmak sureti ile beni kandırdılar. zaten hiç doymuyor oluşlarından şüphelenmem lazımdı. yav diyorum kuş kadar mideleri var, 15 kg mamayı anında bitiriyorlar. yine de kötü düşünmedim, yakıyorlardır, koşuyor garibanlar dedim. duygularımla oynadılar. ta ki mama vermeyi unuttuğum güne kadar. ertesi gün mamayı bir döktüm, her yerden kedi yağdı. sağa bakıyorum benim şişko sarı, sola bakıyorum benim şişko sarı. zaten o sarının huyunun hep değişiyor olmasından da şüphelenmeliydim ama işte hep iyi niyetimden hep :( neyse sonuçta sürüsüne bereket kedim var.

    bir gün mutfak penceresinin önünde, bahçede, ölmüş bir fare gördüm. aha dedim, kedilerim eve girmeye çalışan bir fareyi yakalamış. fareye üzüldüm çünkü ben üzülmek için yaratılmıştım ama yine de kedilerin evi koruması hoşuma gitti. ödül olarak verdiğim mama miktarını artırdım. çalışın aslanlarım dedim. sonra yine mutfak penceresinin önüne bir koyun bacağı geldi:( gittikçe bir korku filminin içinde yaşamaya başlar oldum. evi koyun bacaklarından korudukları için de teşekkür edebilirdim ama biraz saçma geldi ne bileyim. zavallı koyun bacağı bana ne yapabilirdi ki? heveslerini kırmamak için bunu yüzlerine vurmadım. olur öyle dedim.

    bu arada kedilerimin mamasını mutfak penceresinden veriyordum. sonra kapının oradan vermeye başladım çünkü mamalar girişte duruyordu ve böylesi daha kolaydı. ayrıca uzun uğraşlar sonucu o ölmüş fare ve koyun bacağını da atmıştım, ardından da ptsd tedavisine başladım, sizlere acıdığım için onları atarken hissettiklerimi yazmıyorum. his derken neyle tutarsan tut bedenleri böyle, tamam anlatmıyorum.

    neyse, sonra kapının oraya başka bir ölmüş fare geldi. bu kez fare kendi geldi ölük ölük. ve tombişti, diğer ölük fare değildi. ertesi gün de aynı kapının önüne tombiş koyun bacağı geldi:( bilmiyorum kayaları birleştirebildiniz mi ama farelerin ve bacakların her seferinde benim mama verdiğim yerden eve girmeye çalışmaları çok mümkün değil gibiydi. kedilerim beni ödüllendiriyordu:( nolur beni kurtarın, sözün özü bu. bahçede çok sevdiğim ve köpeklerimi delirten kirpim var, ödül olarak onu getirirlerse ya? kirpime savunma sanatlarını öğretmek istiyorum çünkü dikenleri sivri ve sert değil. geçen gün büyük köpeğim onu ağzına almış gezdiriyordu kirpime hiçbir şey olmadı. köpeğime de. tabii ki köpeğin kirpiyi aldığını fark etmedik yoksam izin verir miyiz ya neyse işte. eve gitmiycem ben karar aldım şu an. kesin kapının önünde ölük bir şey olacak:(

    ben geldim: kedilerimi göstereceğim. burada soldaki şişko sarı kedim, sağdaki ise şişko sarı kedim. tabii iki gün önce bu kediler böyle değildi. soldaki şişko sarı resmen gitmiş yüzünü gözünü patilerini beyaza boyamış ama neyse, bir şey demiyorum. böyle boyanmış halini dedem de ayırt eder. nasıl boyamış ya, hayret bir vaka. bu da diğer sarı kedim, boyanmamış olan. sabahın köründe çektim fotoları ve otur dedim bekle dedim hiç dinlemediler. insan güceniyor. sonra şu fotoyu gördüm. sağdaki ne:( önce ayakkabım sandım ama öyle tüylü ve yumuşak ayakkabım yok. kedi mi bu, kediyse benim öyle kedim yok:( kirpim desek hiç değil çünkü kirpim toparlak ve tek renk, gri. tilki de olamaz, tilki olsa kedilerimi yerdi. kesin karıncayiyen bu çünkü karıncayiyen hiç görmedim, demek ki gözüm algılamadı sabah sabah. aa karıncayiyenim oldu bahçede, yaşasın be, ismi guido olsun. guido salvadora.

  • sırf dinlediği müzik türünden farklı diye dünya çapında başarısını fersah fersah kanıtlamış grupları yazan yazarları seri eksilediğim başlık. sen dinlemeyince abartılmış mı oldu anlamadım ki. yazılan gruplara bakınca köşeye çekilip ağlamak istedim bunlar yazılır mı vicdansızlar.

    (bkz: queen)
    (bkz: radiohead)
    (bkz: muse)
    (bkz: the beatles)
    (bkz: coldplay)
    (bkz: nirvana)
    (bkz: pink floyd)

  • --- spoiler ---

    https://i.imgur.com/ypbmz.png

    zaten dikkat edilirse omuzun üstünde kamera olan kişi sağ eliyle dolabı açarken küçük kızımız sol elini uzatıyor.

    edit: arkadaşlar manyaklaşmayın tabii ki de aynada sağ el sol el olarak gözükür. burada bir hata yok. dolabı açan kişiyle küçük kızımızın montlarının içindeki giysilerinin renkleri farklı ama dikkat ederseniz. o kırmızı halka aslında ona dikkat çekmek için.

    edit: foto reddit'ten. elli kere izleyip beyimi yaktı sahne.
    --- spoiler ---

  • 2 sezon 3. bölümünde geçen bir diyalog..

    özlem kelimesinin tanımı bundan daha güzel nasıl yapılırdı bilemiyorum..

    tony: insanlar lisayla yapmayı özlediğim şeyleri yaparsam kendimi iyi hissederim sanıyorlar. ama asıl noktayı kaçırıyorlar. lisayla bir şey yapmayı değil, onunla hiçbir şey yapmamayı özlüyorum. anlıyor musun? sadece evde oturmak mesela, dışarı çıkmadan, bir şey yapmadan, hatta konuşmadan. sadece onun orada olduğunu bilip öyle oturmak. bazen kafamı çevirip sadece ona bakardım.

  • öncelikle kendisini tanımıyorum. videoyu izlemedim. kendisi hakkındaki bilgim son dönemde debeye giren girdilerden ibaret. fazla da bilgim olmasını istemiyorum.

    yakınının ölme sebebinin doktor hatası olduğu sadece kendi iddiası, kanıtlanamayacak bir durum. ama kendisinin katil olduğu kanıtlanmış ve kendisi tarafından da itiraf edilmiş bir gerçek.

    böyleyken kendisi ile nasıl empati yapılabilir? empati yapmamız neden bekleniyor?

    ne kendisi ne de başka bir katil ile empati yapmayı düşünüyorum. hayatta herkes kadar acı çekiyor, herkes kadar sinirleniyor, herkes kadar öfke nöbeti geçiriyorum. babamın hastalığı sebebi ile ömrümün yarısını cerrahpaşa’da geçirmiş durumdayım. gırtlak kanseri başlığı benim girdilerimle dolu. yaşadığım hiçbir şey karşımdaki insanı öldürmem gerektiğini düşündürtmedi.

    ben ölmüş olan doktor ve ailesi ile empati yapabilirim ancak. çocuğum bir psikopat tarafından öldürülse, çocuğumun katilinin cezası okuduğu yıl kadar bile olmasa, çocuğumun katili yıllar sonra bir programa çıkarılsa ve olayı anlatıp kahkaha atsa, kahrolurum.

    son sözüm armağan çağlayan‘a; buraya geldiğinizde sadece merak ettiğiniz kişilerle röportaj yaptığınızı ve yapacağınızı söylemiştiniz. bir katili merak etmenizi anlamıyorum orası başka da. “ben bu kahkahayı atarken öldürülmüş insanın ailesi ne düşünür?” diye de merak ettiniz mi hiç? ben ettim. ve size olan tüm saygımı yitirdim.

    edit: gelen mesajlar için teşekkür ederim. babam hayatta ve iyi durumda. bu konuda çoğunuzla aynı fikirde olmamıza sevindim, sevgiler.

  • geçen hafta iş meselesi sebebiyle gittiğim ülke. tam toplantıdayken, masadaki tüm almanların tırnaklarına baktım ve eciş bücüş, kemirilmiş gibiydi. daha sonra etrafımdaki almanlara da baktım, onlarınki de aynıydı. dayanamadım sordum. dedim tırnak makaslarınız, dünya standartlarından farklı mı?

    das hayır dedi masadaki iş ortağımız alman. peki dedim tırnaklarınız neden böyle kemirilmiş gibi? biz dedi dostum, her gece kıskançlıktan tırnaklarımızı kemirerek uyuruz. kimi kıskanıyorsunuz dedim.işte o an, tüm restoran ayağa kalkıp istiklal marşı okudu. o kadar gururlandım ki, ağladım be sözlük.

  • açıkça ve içtenlikle belirtiyorum: sağlıklı bir insanın türkiye’yle alakalı tüm beklentisini kaybetmesi en fazla iki, bilemediniz üç saatini alır. 2-3 saatten sonra belli bir uygarlık düzeyinde bilinci olan, gerçekçi, hassas ve hukuktan haberdar insanın türkiye’yle alakalı içinde olumlu bir his olmasının yolu yok. hele türkiye’de yaşayan yabancı bir kişi... onun söz söylemeye -bazılarının aklına göre- hakkı dahi yok.

    bayağıdır evden çıkmıyorum ama bu, içinde bulunduğumuz süreçle fazla alakalı değil: evden çalışıyorum ve haftanın 1-2 günü, 1-2 saat dışında evden çıkmam gerekmiyor. ben de çıkmıyorum. istanbulluyum. istanbul’da yaşarken bienale, müzeye, sergiye, sinemaya, tiyatroya gittiğim, dolaştığım; mahalleliyle, sokak çocuklarıyla kapı önlerinde konuştuğum; sokağın kedisini, köpeğini tanıdığım; dinlediğim, okuduğum, yazdığım; aklımda hiçbir şey yoksa arkadaşlarla 1-2 bira alıp, sokağa çıkıp yeni insanlarla tanıştığımız keyifli bir yaşamım vardı. bahsettiğim 5-10 yıl öncesi, fazla değil.

    şu an yaşanan ne varsa 5-10 yıl önce de vardı ama hiçbir şey böyle alenen yaşanmazdı, insanlar belki yine kötüydü ama kötülüğü böyle rahatça sağa sola yansıtmazdı: insanların genelinde tepki gösterme bilinci vardı, insanlar önemserdi tepki mefhumunu; bir şey yapacaksa bir kez daha düşünürdü, genelde yapmazdı. sokağa çöp atsa “n’apıyorsunuz?” diyen, bir kişi kendisine veya başkasına rahatsız edici şekilde baksa “neden bakıyorsunuz?” diyen; kediye, köpeğe zarar vermeye çalışan olursa “hayvanlara zarar vermeyin!” diyen insanlar vardı. hatırlıyorum: henüz 17 yaşımda bile değilken beni okulun girişine kadar takip etmeye çalışan kişiye simitçi tepki göstermişti, ona yanına kadar gidip “ne isteyeceksin?” demişti. adam da önce tanışıyormuşuz gibi yapmış, ardından yüzümdeki dehşeti anlayıp gitmişti. şu an yaşıyorsa simitçi aynı simitçidir, biliyorum ama orada o tepkiyi gösterse karşıdaki kişi ne gösterir; bıçak mı, faça mı, bilmiyorum. sokaktaki kişi başını çevirip bakar mı, bilmiyorum.

    böyle böyle ben kendi yaşamımı aldım, erteledim bir köşeye. tepki göstermeyen bir kişi olmadım, hâlâ değilim fakat türkiye’de insanların şu tavırsızlığının tekrar, tekrar tekrar, tekrar tekrar farkında olmanın ağırlığı bendeki yaşamaya meyilli hâlden hiçbir şey bırakmadı. heveslendiğim her an aklımdaki “ya öyle olursa, ya şöyle olursa?” fikri bende insanlara, insanlığa heves de bırakmadı.

    bahsedeceklerim, çoğunun her an yaşadığı konular, biliyorum ama bayağıdır evden çıkmayan, yaşamın insanın yüzüne her an bir tokat gibi çarpan yüzünü bayağıdır hatırlamayan bir kişi olarak bu akşam tekrar hatırladım ki türkiye’de sağlıklı insan, karşılaştığınızda yüzünden anlayacağınız kadar az. insanların geneline artık ne yazık ki olağan gelen konular olağan değil. bu bataklıktan kendimi soyutlayacak fırsatım olduğu için ben kendimi hiçbir an böylesine rahat hissetmemiştim, içimde hep eksiklik hissetmiştim. bu akşam anladım ki ben insanların genelinin şu anki hâliyle her an karşılaşsaydım açıkça gider, ruh ve sinir hastalıklarına “beni alın.” derdim. artık ne yazık ki haberdarım. alenen bilinçsizlik, hukuksuzluk, saygısızlık, şiddet, tedirginlik vb. bilumum mefhumu haiz bir filmde yaşıyoruz ama hiçbirimiz yaşadığımız hiçbir şeyin insan olarak, hâlâ insan olarak hiçbir şekilde karşısında dikilemiyoruz.

    19.00 gibi çıktık, deniz kenarına gittik oturup konuşmaya, denizi seyretmeye. ben bayağıdır yoğun çalışıyorum, salt yoğunluk ve yorgunluktan vareste bir akşam istiyordum. sakin bir köşeye oturduk. ilk dakikada denizin içinde bira yüzüyor. denizin içinde balık değil, bira yüzüyor. balık tutanlar veya artık her kimse denize bira atıyor, sonra “denizde neden balık yok?” diyor.

    her neyse arkadaşım balık tutmaya çalışıyor, ben de oturmuşum, sakince kitap okumaya çalışıyorum. çalışıyorum zira hemen yanda, insanların içinde (öyle “şarkı dinlerken insanları rahatsız etmeyeyim, kendi duyabileceğim şekilde dinleyeyim.” diyemeyecek kişiler.) aniden hoparlörle şarkı dinlemeye başladılar. ama öyle bir gürültüye o an herhangi bir insanın “lütfen kısabilir misiniz?” demesi değil, direkt polis çağırması gerekir. öyle böyle değil. bir insan, bir insan bile çıkıp “merhaba, burada insanlar oturuyor. insanları rahatsız ediyorsunuz. biraz kısabilir misiniz?” demedi. bu 5-10 yıl önce olsa en azından 1-2 kişi de olsa uyarırdı. ama uyarmadı. biliyorum, hafif bir konu olduğu fikrinde çoğu kişi ama değil: isteyen annesine, babasına sorabilir komşu böyle bir kanunsuzluk, saygısızlık yaptığında tepkilerinin n’olduğunu. bu, açıkça ayıptı, saygısızlıktı. arabanın içinde benzer şekilde şarkı dinlemeyi de geçtim, insanların oturduğu yerde bu şekilde hareket etmek düpedüz saygısızlıktı. ben çocukken gittiğimiz ormanda benzerini yapan 4-5 insanı uyarmaya benim annemle dedem gitmişti, “bu nedir? bunu lütfen kısalım.” demişlerdi. ayıptı yahu. şarkı dinlemek değil, dinlediğini dinletmek ayıptı.

    neyse, ben 10-12 metre öteye gittim. orada, o gürültünün içinde 1-2 sayfa bile kitap okumanın yolu yok. arkadaşım da uyarmaya yanaşmadı. ben de belki birazdan kısarlar diye öteye gittim. ne mümkün: orada da aynı gürültü, aynı kişilerin gürültüsü. geri geldim, “ben birazdan kalkıyorum, aklım almıyor, başım kaldırmıyor.” dedim. o da “bekle, birazdan birlikte gideriz.” deyince, kendileri de kendi gürültülerinden rahatsız olmuş olacak ki şarkı da biraz kısılınca, biraz daha kalmamda bir beis görmeden bekledim. önde bir sokak köpeği oturuyor. çağırdım, koşa koşa geldi, hemen başını sevdirdi, yattı öylece. 5-10 dakika sonra önceki yerine geri gitti, yatıyor. iki çocuk yerde yatıp birbirine kum atıyor. ama corona var, ama insanlar yaşamlarını kaybediyor... derken çocuklardan biri yerden birkaç taş topladı, hiçbir insana hiçbir zararı olmayan köpeğin üstüne attı. ya arkadaş, hiçbir insan “n’apıyorsunuz?” demiyor. “n’apıyorsunuz?” dedim, bakıp, tedirgin olup gittiler. köpek de kenarda bir şeyler yakan bir adamın (kenarda bir şeyler yakan, bir şeyler yakan, yolda.) yanına gitti. bu kez adam köpeği süpürgeyle kovalamaya başladı. yahu bu hayvan vebalı mıdır, bu hayvan sizin şeytanınız mıdır? bu, ne nefret? bir insan bile adamın yanına gidip “beyefendi, n’apıyorsunuz? hayvanın size ne zararı var?” demedi. hayvan ta arabaların yoğun olduğu sokağa gitti. orada bir şey olsa çocuk mu suçlu, çocuğun ebeveyni mi suçlu, adam mı suçlu? siz hayvanlara zarar veriyorsunuz, verdiğiniz zararın utancı yüzünüzü kızartmıyor, çocuğunuzu da böyle yetiştiriyorsunuz. çocuğunuz çocukken böyle taş atıyor, büyüdüğünde aynı diğer adam gibi köpeği süpürgeyle kovalıyor. siz de içinizden “ben ne yetiştirdim böyle?” demiyorsunuz, aynını çocuğunuza, çocuğunuzun çocuğuna öğretiyorsunuz.

    benim çocukluğum bir köpeğin karnında yatarak geçti, bir sokak köpeğinin... sokak sakininin köpeğe saygısı vardı, korna çalmaz, köpek kalkmasın diye köpeğin yanından geçerdi. şu anda insanlar köpeği yolun kenarından kovalıyorlar. köpek havlıyor, orada kalmak istiyor, bu kez sokak köpeklerini şeytan ilan ediyorlar. kâfi gelmiyor, onlara şiddet gösteriyorlar. bir insan da kalkıp “siz n’apıyorsunuz?” demiyor. bunları benimsemiş insanlar var, bunları yıllarca seyreden insanlar var. aynı insanlar köpeği sokaktan kovuyorlar. bir kişi arkadaş, bir kişi, bir kişi yahu adamın yanına gidip “sokak köpeğini süpürgeyle kovaladığınızı gördüm. size tam olarak n’aptığını açıklar mısınız? ben size herhangi bir şey yaptığını görmedim.” demiyor.

    gitmeden önce yandaki balıkçılardan biri balık tuttu, bayağı büyük bir balık. arada onlarla konuşmuştuk. kendilerine “ne balığı?” diye sorduk, “ayakkabı.” dediler. anlamadık. adam resmen ayakkabı teki tutmuş. denizden ayakkabı teki tutmuş. ya türkiye’nin üç yanı deniz, üç yanında deniz böyle, on yanı deniz olsa on yanı böyle olur. biralar yüzüyor, ayakkabılar dolaşıyor. denizde bir balık yok, bir balık yok! herkes öylece toplanıyor, geri gidiyor. balık gelmiyor değil, denizde balık yüzmüyor. deniz öyle deniz ki içinde balık yüzmüyor. seyretmek istesen, ekmek atmak istesen dolaşacak, ekmeği alacak balık yok. “rast gele!” diyorlar ama rast gelmiyor. gelmez ki.

    artık böylesine saygısızlık kâfi, içtenlikle, böylesine saygısızlık kâfi. balığın denizde, köpeğin çevrede yeri yok. kalkalım, dedik. ilerlerken yolda çekirdekleri, çöpleri yere atanlar; çocuğunun kolunu koparırcasına, sağa sola çarpa çarpa, bağıra çağıra yol alanlar; sokağa balgam atanlar, izmarit atanlar...

    eve vardım, öfkemi hâlâ içimde hissediyorum. açıklamaya çalışıyorum:

    uygarlıktan anlamayanlar, medeniyetsizler, sözüm size,
    bakın, medeniyetsizliğin medeniyetsize de faydası yoktur. medeniyetsizlik, hak edilmiş ağır bir ah gibidir. beddua gibi beddua edene geri gelmez, nereye gidecekse bekler, ağır hâl alır, ilerler ve ah edilene gelir. bir şekilde, öyle veya böyle gelir. siz yaşamasanız ileride çocuğunuza gelir, çocuğunuz yaşamasa onun çocuğuna gelir. rahatsız ettiğiniz her hayvan, her insan, sokağa attığınız her meta n’olduğu önemli olmaksızın bir şekilde sizi tanır ama bizi de tanır ve insanlık olarak bize topyekûn geri gelir. sizin yanınızda diğer insanlara da gelir. kestiğiniz her ağaçla, döktüğünüz her asfaltla sizin de soluğunuzdan alır. denize attığınız her çöple size balıksızlık olarak geri gelir. denize yol yaparsınız, deniz yolu yutar, parçalar, size böyle geri gelir. kediyi öldürürsünüz, fare, sıçan olarak gelir; tavuğu öldürürsünüz, kene olarak gelir; kurdu öldürürsünüz, yaban domuzu olarak gelir; çöpü sokağa dökersiniz, sinek ve bulaşıcı hastalık olarak size gelir, çöpçünün ahı olarak geri gelir. evine beş dakika önce gidebilecek insanın beş dakikasını alırsınız, size bir ömür olarak gelir. illa her konuda dava, hak, hukuk, yaptırım beklemeyin; aldığınız ah, sizde var olmayan sağduyuyu sizde yaratır, onun ağırlığı olarak gelir.

    bir hayvanın sokaktaki insandan kaçışındaki tedirginliğini hissettiğinizde anlarsınız neye neden olduğunuzu. bir ekmek vereyim, dersiniz ama hayvan size gelmez. o zaman o ah size vicdan olarak gelir. belki bu dünyada değil tam olarak ama ölüm döşeğinde, yanınızda olmasını istedikleriniz varken gelir. sizin aklınız illa o düşük ahlakınıza mütevazi mi olacak? dininiz size bunu belirtmiyor. bir çevreye bakın. kötü gördüğünüz her şey (görüyor musunuz ki?) bakın, geri geliyor. topyekûn geri geliyor.

    türkiye’nin ebesini bellediniz. denizinin, karasının ebesini bellediniz. en türk sizsiniz ama türkiye’ye en fazla zararı siz verdiniz. “allah’ın evi” dediniz çevreye, ağaca, ormana; çevreye, ağaca, ormana en fazla zararı siz verdiniz. balığı balık, dediniz, balığa zararı siz verdiniz; denizi deniz, dediniz, denize en fazla zararı siz verdiniz; ormanı orman, dediniz, ağaca, ormana en büyük zararı siz verdiniz. sokağında yürünmüyor, caddesinde çocuk tacize uğruyor; atı, eşeği, köpeği tecavüze uğruyor. bu zararı siz verdiniz. yabancı kişiler vermedi, siz verdiniz. hayvanların yüzüne bakacak yüzünüz yok, hayvana en büyük zararı siz verdiniz. kadını kadındır, dediniz, kadına en büyük zararı siz verdiniz. dağını, gölünü, havasını mahvettiniz, onlara da aynı milletten olduklarınıza da (sizin aklınızda önemli değil ama türkiye’de farklı milletten olduklarınıza da.) en büyük zararı yine ama yine siz verdiniz.

    sakin bir kişiye bile bunları dedirttiniz. ben türklükten, türk olmaktan utanmam ama bir türk evladı olarak sizden, sizin türk olmanızdan utanırım. siz türkiye’yi bu hâle getirmeniz nedeniyle utanın.

  • 35 milyon nüfuslu laik ve geneli inançsız olan kanada'nın fakir ülkelere göndermek için sipariş verdiği 400 milyon adet covid-19 aşısı hakkında da dar ve sığ görüşlerini almak isteriz.

    hazır gereksiz fikirlerine başvurmuşken aşırı müslüman ve katı inançlı suudi arabistan'ın yemen'de müslüman çocukların açlıktan ölmesine sebep olması hakkında da bir fikir saçsın. değersiz görüşünü öğrenmiş olalım.

    kendisine hatırlatmak lazım genelleme düşük zeka belirtisidir. sen şarkını söyle fikir belirtme.

  • haftalarca uzakta kaldığımda dahi telefon ile ailemle konuşurken köpeğime seslendiğimde (facetime, whatsapp ya da mobil arama fark etmez) sesime tepkisiz kalması üzerine yaptığım minicik bir araştırmaya göre;

    köpeğimize telefondan, bilgisayar ve telefon uygulamalarından yaptığımız aramalarla seslendiğimizde bize tepki vermesi ya da tanımamasının iki sebebi bulunmaktadır.

    bunlardan ilki arama yaparken kullandığımız cihazların 500hz ve 4khz arasındaki frekansları iletmek için optimize edilmiş olmasıdır. bu frekans aralığı insanların konuşma frekans aralığına denk gelmektedir. köpeklerde ise çok daha geniş bir işitme frekansı bulunur. yüksek frekanslı seslerin köpekler tarafından kırpılması ihtimalinin sesinizi tanıyamamasına sebep olduğu düşünülür.

    ikinci sebep ise köpeklerin daha ilkel bir "theory of mind"a (zihin teorisi) sahip olmasıdır. yeterli bir zihin teorisine sahip olmayan köpeğiniz sizi duyabilse de kaynağı (bedeniniz) görünmeyen bu sesi sizinle ilişkilendirmesi için bir nedeni olmaz.

    bir sonraki sefer köpeğiniz ile benim gibi telefondan iletişime geçmek istediğinizde ve yanıt alamadığınızda üzülip, sıkılmayın. sesinizi ona ulaştırmak için daha sesli konuşmaya da çabalamayın zira nefesinizi boşa tüketmiş olursunuz.

  • uğur mumcu'nun bbc türkçe'de yıllar evvel verdiği bir röportajındaki cevabıyla ali cabbar ve onun nezdinde arabesk müziğe dair su yorumu eklemek gerek:
    "...arabeski sevmiyorum, çok lümpen müziği arabesk. bizde, türk halkının bir kısmı bu aşk konularında mazohist. kendi kendine işkenceden hoşlanıyor. yani bir kızı seviyor, kız bunu sevmiyor, gidiyor meyhaneye içki içiyor, ondan sonra da ağlıyor. o kızla evlense, kadını da dövüyor sonra, işin tuhaf tarafı. yani mazohizmin müziği arabesk, lümpen müziği, sevmiyorum arabesk müziğini."

  • bir de bunlara ek olarak hiç kandırılmamış, cephede savaşmış, hasmını rüyasında değil topun namlusundan görmüş, harp okulu mezunu en az iki dil bilen, matematik alanında kitabı olan, savaşta bile 4000 civarı kitap okumuş, ülke kurmuş, bütün dünyada heykelleri olan, kendi ülkesi dışında bile ölümünden sonra takdir edilen, tarihe geçecek sözleri söylemiş olan, devlet tarafından gazi ünvanı verilmiş, ülkesine ihanet edenlerle asla aynı yolda olmamış, tüm dünyada köle muamelesi görürken kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermiş, adına marş yazılmış, marş düzenlenmiş, 100 yıl sonra da tarih kitaplarında yer alacak olma özelliği bulunmasını da eklemek lazım. bir o var dünyada bir de diğerleri işte...

    edit: 4000 sayısını abartılı bulanlar olmuş. https://www.anitkabir.com.tr/…rik/9/kitap-yayinlari , ilk pdf dosyasının x. sayfasına baksınlar. okumaya üşenenler için ben yazayım 3997, üstelik bu sayıya cilt sayıları ile dergi, harita, atlas, ve nota albümleri dahil de değil.
    ben çok ağır konuşurum konuşmasına da, o laflar bu yazdıklarımın altına yakışmaz.

  • bugün bu katliamın yıl dönümü...

    öncesinde okumamız gereken ekşi şeyler yazısı; abd'ye karşı savaşan, cesareti ve bilgeliğiyle nam salan kızılderili şefi: oturan boğa

    wounded knee katliamı, (29 aralık 1890), güney dakota'nın güneybatısındaki wounded knee creek bölgesinde birleşik devletler ordusu birlikleri tarafından yaklaşık 150-300 lakota kızılderilisinin katledilmesine verilen isidir.

    katliam, abd ordusu'nun 19. yüzyılın sonlarında ova kızılderililerini bastırma çabalarının doruk noktasıydı. kızılderili aktivistlerin 1973 yılında bölgeyi işgali sırasında katliama kamuoyunun dikkatini yeniden çekmesine rağmen, rezervasyon yaşamına ve beyaz amerikan kültürüne asimilasyona karşı her türlü örgütlü direnişi kırdı.

    amerika birleşik devletleri'nin batıya doğru genişleme döneminin büyük bölümünde, beyaz yerleşimcilerin toprak talep etme girişimleri yerli halkların şiddetli ve bazen de şiddet içeren direnişiyle karşılaştı. bu direniş, 19. yüzyılın ikinci yarısında abd federal hükümetinin çeşitli ova kabile liderleriyle defalarca antlaşmalar imzalaması ve bunları ihlal etmesiyle yoğunlaştı. bunlar arasında en önde gelenler, lakota'nın bir alt grubu olduğu sioux kızılderilileriydi. 1868'deki fort laramie antlaşması 60 milyon dönümlük büyük sioux rezervasyonu'nu kurdu ve her kabile arasında federal hükümeti temsil edecek kurumlar oluşturdu. lakotalar rezervasyonda kalır ve beyaz yerleşimcilere saldırmaktan kaçınırlarsa, kendilerine yiyecek tayınları, eğitim ve devlet tarafından finanse edilen diğer yardımlar sağlanacaktı. ancak, abd'nin rezervasyondaki doğal kaynaklara olan ilgisi, büyük sioux rezervasyonu'nun 1877'ye kadar 60 milyon dönümden 21,7 milyon dönüme küçülmesine neden olan bir dizi çatışmaya yol açtı. 1887'de çıkarılan genel tahsis yasası ile arazi miktarı daha da azaltılarak 12.7 milyon dönüme, yani ilk tahsisin ancak yüzde 20'sine indirildi. kesintisiz toprak parçası artık mevcut federal kurumların merkezinde yer alan altı ayrı rezervasyondan oluşuyordu.

    rezervasyon hayatı, abd hükümetine boyun eğen lakotalar için ani ve zor bir alışma süreciydi. federal ajanlar onları, kuzeydeki büyük ovaların yarı kurak ortamına uygun olmayan ve avlanan göçebe bir halka büyük ölçüde yabancı olan bir yaşam tarzı olan çiftlik hayvanları yetiştirmeye ve mahsul yetiştirmeye teşvik etti. lakotalardan batılı kıyafetler giymeleri, ingilizce öğrenmeleri, hıristiyan ilkelerine uymaları ve geleneksel dinlerini terk etmeleri istendi. bu zorla asimilasyon süreci lakota kültürünü ve kimliğini parçaladı ve özellikle hükümetin tayın programı rezervasyon hayatından kaçmayı imkânsız hale getirdi. geniş avlanma alanlarına erişimleri olmayan lakotalar, hayatta kalmak için hükümet tarafından verilen tayınlara güvenmek zorunda kaldılar. 1889'da abd kongresi yıllık lakota tayın bütçesini kesti. bu durum 1889-90 yıllarındaki sert kış ve kuraklıkla birleşince kabile açlığın eşiğine geldi.

    hayalet dansı dini hareketi 1890'da ovaları kasıp kavurduğunda lakotaların durumu böyleydi. hayalet dansı yeni bir hareket değildi: ilk kez 1870'lerde nevada'daki kuzey paiute'ler arasında ortaya çıkmış, ancak birkaç yıl sonra sönmüştü. babası tavibo, ilk hayalet dansı'nın önde gelen bir adanmışı olan ve oğluna bu dini öğreten wovoka adlı bir paiute peygamberinin önderliğinde 1889'da yeniden canlandı. wovoka aynı zamanda kendisini hıristiyanlıkla tanıştıran beyaz çiftçiler arasında büyümüştür.

    wovoka, 1 ocak 1889'daki tam güneş tutulması sırasında baygınlık geçirdi ve kehanet olduğuna inandığı bir rüya gördü. onun binyılcı yorumuna göre, tanrı ona kızılderililerin barışçıl kalmaları ve düzenli olarak ritüel bir çember dansı yapmaları gerektiğini söyledi. eğer bu talimatlara uyarlarsa, 1891 yılında tanrı dünyayı avrupalı sömürgecilerin gelişinden önceki doğal haline geri döndürecekti. beyaz yerleşimcileri 9 metre toprağın altına gömecek ve kızılderili atalarını ölümden diriltecekti. bu, ova kızılderililerinin çoğu için cazip bir vaatti, ancak wovoka'nın kehanet mesajı özellikle yoksul lakotalar arasında güçlü bir yankı uyandırdı.

    beyaz yerleşimcilerin ve abd ordusu'nun ellerinde maruz kaldıkları yoğun şiddeti ele almak için hayalet dansı'nı değiştirdiler ve kendilerini kurşunlardan koruyacağına inandıkları çeşitli sembollerle boyanmış beyaz "hayalet gömlekleri" eklediler. tüm lakotalar hayalet dansı'nı benimsemedi ama 1889 ve 1890'ın büyük bölümünde rezervasyonlarda popülerliği arttı.

    ağustos 1890'da daniel f. royer pine ridge ajansının başına geçti; ekim ayında görev yerine ulaştı. bölgesinde yaşayan oglala lakotalarının çoğu tutkulu dansçılara dönüşmüştü ve royer bu dinden hem hoşnut değildi hem de korkuyordu. bazı federal ajanlar ve yetkililer bu uygulamaya daha hoşgörülü yaklaşırken, royer hayalet dansçıların militan olduğuna ve abd hükümetinin lakotaları "medenileştirmek" için on yıllardır sürdürdüğü çabayı yok etme tehdidi oluşturduğuna inanıyordu. kızılderili işleri bürosu (bıa) tehcir edilecek kızılderili "sorun çıkaranların" bir listesini istediğinde royer listesinin başına etkili dansçıları yerleştirdi ve ordunun konuyu ele almasını talep etti.

    (bufalo bill'in mektubu; görsel )

    kasım ayında abd ordusu, hayalet dansı'nın yükselişini durdurmak amacıyla lakota rezervasyonlarına geldi. bir kaynağa göre bu, 1865'te iç savaş'ın sona ermesinden bu yana federal birliklerin en büyük konuşlandırılmasıydı. standing rock ajansı yakınlarında, lakota ve kuzey cheyenne'leri 1876'da little bighorn'da abd ordusuna karşı zafere götüren güçlü bir hunkpapa lakota şefi ve ruhani lider olan oturan boğa yaşıyordu.

    250 takipçisinin çoğu dansçıydı ve kendisi kişisel olarak bir uygulayıcı olmasa da federal hükümetin onları daha fazla baskı altına almasına izin vermeyi reddetti. rezervasyonun temsilcisi binbaşı james mclaughlin, dinin yayılmasına izin verdiği için oturan boğa'yı tutuklamaya karar verdi.

    binbaşı general nelson a. miles lakota topraklarındaki abd ordusu güçlerine komuta ediyordu ve hunkpapa liderini rezervasyondan çıkarmak için barışçıl bir yaklaşım benimsemeyi umuyordu. mclaughlin bu planı baltalamayı seçti ve bunun yerine 15 aralık'ta 43 kabile polisini oturan boğa'nın kulübesine gönderdi. oturan boğa uysal davrandı ama yandaşları onu protesto etmeden bırakmadılar. şiddetli bir mücadele başladı ve yaklaşık dokuz hunkpapa öldürüldü; ölenler arasında oturan boğa da vardı.

    oturan boğa'nın ölümü, rezervasyon yaşamına karşı olan lakota'ların yüreğine korku saldı. sayıları binlerle ifade edilen bazı lakotalar, bir abd saldırısına hazırlanmak üzere güney dakota badlands'ın stronghold bölgesinde toplandı. diğerleri ise oglala şefi red cloud'un lakota geleneklerinin kan dökülmeden korunması için müzakere etmeye çalıştığı pine ridge'e akın etti. beyaz amerikalılar tarafından koca ayak olarak bilinen miniconjou lakota şefi sitanka, pine ridge'dekilere katılmayı ve bu gergin meseleye barışçıl bir çözüm bulunmasına yardımcı olmayı umuyordu.

    kendisi hayalet dansçı olmasa da halkının çoğu öyleydi ve bıa'nın düşmanlar listesine alınmıştı. yaklaşık 350 miniconjou'yu cheyenne nehri rezervasyonundan güneybatıya, pine ridge rezervasyonuna götürürken, abd ordusu onun niyetlerinden korkmaya başladı. miles, 7. süvari birliği'nden bir müfrezeye koca ayak'ın yolunu kesmelerini, grubundaki tüm silahlara el koymalarını ve onları omaha kalesi, nebraska'daki askeri hapishaneye götürmelerini emretti.

    28 aralık 1890'da, albay james w. forsyth komutasındaki 7. süvari birliği, pine ridge ajansının yaklaşık 20 mil kuzeydoğusunda yer alan wounded knee deresi yakınlarındaki miniconjou kampına ulaştı. merhum general george armstrong custer, 15 yıldan kısa bir süre önce 7. süvari birliği'ni little bighorn'da ölüme götürmüştü. koca ayak forsyth'in gözcülerini gördü ve onlara direnmeden teslim olacağını bildirdi. 29 aralık'ta forsyth, silahlara el koyma sürecini başlatmak için miniconjou ile bir araya geldi. onları yakındaki bir açıklığa topladı, adamlarına bir konsey çemberi oluşturttu ve çemberi süvarileriyle çevreledi. ayrıca açıklığı çevreleyen bir tepenin üzerine dört hotchkiss topu yerleştirdi.

    forsyth'in şartları netti: miniconjou tüm silahlarını teslim etmeliydi. koca ayak tereddütlüydü ama barış göstergesi olarak birkaç silah teslim etti. forsyth tatmin olmadı ve adamlarının bir dizi gizli silah keşfettiği halkın ve kamplarının tamamen aranmasını emretti. giderek daha müdahaleci hale gelen arama miniconjou'dan bazılarını kızdırdı.

    sits straight adında bir adam hayalet dansı yapmaya başladı ve kutsal hayalet gömleklerini giydikleri takdirde kurşunların kendilerine dokunmayacağını iddia ederek grubun diğer üyelerini uyandırmaya çalıştı. sits straight'in dansı çılgınlığa ulaştıkça askerler de gerildi. black coyote adlı sağır bir miniconjou silahını vermeyi reddedince, silah kazara ateş aldı ve 7. süvari birliği'nin ateş açmasıyla gergin durum şiddete dönüştü. miniconjou'ların çoğu silahlarını çoktan bıraktıkları için savunmasız kalmışlardı. ilk birkaç dakika içinde aralarında koca ayak'ın da bulunduğu çok sayıda miniconjou vurularak öldürüldü. bazı kadın ve çocuklar olay yerinden kaçmaya çalışmış ve yakındaki bir vadide korunmaya çalışmış, ancak hotchkiss silahları dakikada 50 adet 0.9 kg'lık mermi atarak onların bulunduğu yere ateş açmıştır. biraz daha ilerlemeyi başarabilen miniconjou'lar atlı askerler tarafından öldürüldü. 7. süvari birliği ayrım yapmadı.

    katliamın hemen ardından forsyth, 51 yaralı miniconjou'nun pine ridge ajansına nakledilmesini emretti. orada yaşayan yüzlerce lakota dehşet içinde bölgeden kaçtı; hatta bazıları misilleme olarak 7. süvari birliğini pusuya düşürdü ve miles'ın daha fazla direnişi bastırmak için bölgeye daha fazla asker göndermesine neden oldu. 2 ocak 1891'de bir grup lakota katliam bölgesine gitti ve hayatta kalan birkaç kişiyi kardan kurtardı. ertesi gün abd ordusu 146 miniconjou'yu hotchkiss silahlarının yerleştirildiği ve bugün mezarlık tepesi olarak bilinen yerde toplu bir mezara gömdü. cesetlerin çoğu çıplaktı. modern araştırmacılar, neredeyse yarısı kadın ve çocuk olmak üzere toplam 250 ila 300 miniconjou'nun öldürüldüğünü tahmin etmektedir. en az 25 abd askeri de ölmüştür ve bunların çoğu muhtemelen dost ateşine kurban gitmiştir.

    görsel
    görsel
    görsel

    bıa, wounded knee'deki yıkımı bir savaş olarak göstermeye çalıştı, ancak daha sonra yapılan araştırmalar ve görgü tanıklarının ifadeleri olayın bir katliam olduğunu açıkça ortaya koydu. silahlara el konulması nedeniyle kayda değer bir silahlı direniş olmamış ve abd ordusu savaşçılarının sayısı mevcut miniconjou'lardan önemli ölçüde fazla olmuştur. yedinci süvari birliği'nin little bighorn'da uğradıkları aşağılanmanın intikamını almak için bu vahşeti gerçekleştirmiş olması muhtemeldir. miles onların eylemleri karşısında dehşete düşmüş, forsyth'in komutasını elinden almış ve olaylarla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. ancak forsyth'in masum olduğuna karar verildi ve eski görevine iade edildi. ayrıca, 20 abd süvarisi, abd silahlı kuvvetlerinin bir üyesine verilen en yüksek onur olan kongre onur madalyası aldı. haziran 2019'da abd temsilciler meclisi'nin bazı üyeleri, bu ödülleri iptal edecek bir yasa tasarısı olan lekeyi kaldır yasası'nı sundu. önlem, kongre'de görev yapan ilk kızılderili kadınlardan biri olan temsilci deb haaland tarafından desteklendi.

    wounded knee katliamı, amerika birleşik devletleri ile ova kızılderilileri arasındaki son büyük silahlı çatışma oldu. hayalet dansı dini, wovoka'nın halkına "şu anda açık olan tek yolu, beyaz adamın yolunu" takip etmeleri için yalvarmasıyla birlikte söndü. ancak şubat 1973'te 200 kadar amerikan kızılderili hareketi aktivisti, pine ridge rezervasyonu'nda devam eden sivil hak ihlallerine karşı halkı uyarmak için wounded knee'deki mezrayı işgal etti. burayı "bağımsız oglala sioux ulusu" ilan ettiler ve abd federal hükümeti sioux başkanını görevden alana, tüm kızılderili anlaşmalarına uyma sözü verene ve ülke genelinde amerikan kızılderililerine yönelik muameleyi düzeltene kadar burayı terk etmeyi reddettiler. federal birlikler bölgeyi 71 gün boyunca kuşattı ve ancak iki kişinin ölümü ve birkaç kez karşılıklı ateş açılmasının ardından gönülsüz bir uzlaşmaya varıldı. bunu takip eden yüzlerce tutuklamaya rağmen aktivistler, amerika birleşik devletleri'nin amerikan kızılderililerinin haklarını ve egemenliğini tekrar tekrar ihlal etmesine dikkat çekme hedeflerine ulaştılar.

    abd hükümeti ve kızılderililer.... 1973görsel
    katliam anıtı... görsel

    kaynaklar linklenmiştir.