• gözümüz gibi koruduğumuz, kendileri için canımız vereceğimiz çocuklarımıza neler yaptığımızı gözümüze sokan belgesel. canımın içine bakıyorum; onu mutlu etmek için aldığımız şekerlemeler, babasıyla beraber yediği çikolatalar geliyor gözümün önüne. el kadar bebeğin karaciğerine verdiğimiz zararın haddi hesabı yok. üstelik bunu onu en sevenler olarak bizler yapıyoruz. karar aldım, bundan sonra o çocuğa şeker ve işlenmiş gıda yedirmemek için elimden geleni yapacağım.
  • izlediğimden bu yana (yaklaşık 3 hafta) ağızıma bir şeker zerresi değmedi. belim direkmen incelmeye başladı. nereye kadar sürdüreceğim bakalım. sigaradan sonra nefret ettiğim yeni bir zehir var artık; şeker!

    ara ara gelen mesajlar üzerine 2 yıl sonra ekleme: şekeri tamamen bırakmadım. çok nadiren de olsa bir pastaydı bir sütlaçtı yiyorum yani özel günlerde falan. sürekli spor yaptığım için bir zararı olmuyor bende en azından kilo olarak. bu filmin bende bir bilinç oluşturduğu %100'dür ondan şüphem yok. aburcubur ağzıma bile sürmüyorum mesela yıllardır.
  • filmin en vurucu kısmı telefonda arkadaşına sivilcesinin çıktığını anlatması. gerçekten deriden kaynaklı rahatsızlıkların beslenmeyle çok yakından bir ilişkisi var. sorun günlük hayata doğru ve dengeli beslenmeyi adapte edebilmek.

    edit: tekrar düşündüm de bir de kentucky'deki çok popüler dev bir içeceğin tüm şehirde nasıl bir bağımlılık yarattığıyla alakalı çürük diş hikayesi var. of ki ne of.
  • bana çekmecedeki yarısı dolu nutellayı attıran film. hepimiz artık biliyoruz şeker zararlı, kilo aldırıyor vs ama bu filmde şekerin hem fiziki hem zihinsel etkilerini izliyorsunuz. iç organlarınıza neler yaptığını, beyninize neler yaptığını, ruh halinize neler yaptığını. normalde şekerli şeyler yemeyen bir adamın 2 ay boyunca şeker katkılı ürünlerle beslenmesi sonucunda vücudunda, sağlığında, ruh halinde nasıl değişimlere yol açtığını izliyoruz. ve bunu özel olarak şeker, kek, çikolata vs yiyerek yapmıyor, kahvaltıda diyet yoğurt ve gevrek yiyerek bile vücuduna önemli ölçüde şeker alıyor. vurucu kısmı da bu; biz pasta, kek yemiyoruz şeker almıyoruz diye düşünsek de aslında yiyecek endüstrisinin bize şekeri nasıl dayattığını da anlatıyor.

    çok şeker bağımlısı biri olmadım ama şuan ciddi ciddi bunun üzerine düşünüp şekerle ilişkimi tamamene yakın kesmek istiyorum. herkesin bir kere izlemesi gereken bir film.
  • rafine şekeri bu geceden itibaren benim için bitirmiş filmdir.

    zaten pek hoşlanmam ve abur cubur yemem. lakin tamamıyla tiksinmek istemiştim ve bu filmi bu sebeple izlemek istedim.

    şu an tiksiniyorum.

    umarım bu fikrim sabah değişmez.

    harika sonuçları editleyeceğime söz veriyorum.

    edit: 6-8 kilo kadr vermiştim fakat aptallık edip saçma sapan beslendiğim birkaç ay boyunca geri aldım. onun dışında zaten aşırı kilolu bi insan değilim. ama en çok dikkatimi çeken şey şekersiz beslendiğmde cildimin inanılmaz pürüzsüz ve güzel olmasıydı.
  • bu filmin benim için çok özel bir yeri var. şöyle ki daha önce sadece teaser'ını izleyerek türkiye'de vizyona sokmaya heveslendim. ama bu hevesim "ticari" kaygılar yüzünden baltalandı. ben de unuttum sonra. bugün nihayet bitmiş halini izlemeye başladım ve 30. dakikasında durdum. çünkü insülin direnci olan eşimle birlikte izlemek istiyorum. hatta şeker hastası olan babası ve kardeşi de izlesin istiyorum. onlar tabii benden daha bilinçlidir ama ben hayatıma dair neyi yanlış yaptığımı otuz dakikada anladım galiba. şu an dolaptaki kolalardan, keklerden, çikolatalardan nefret ediyorum. sanırım şekeri bırakacağım.

    bu entry de tarihe not olarak düşsün. eğer tekrar başlarsam şu an düşündüklerimi hatırlatması için.
  • şekerin hem bedenen hem de ruhen insanlar üzerinde nasıl korkunç etkiler yarattığını, çok akıcı ve de aslında eğlenceli şekilde anlatan belgesel.
    1,5 saatlik filmde, kalori artırımına gitmeden ve içinde şeker olduğu herkes tarafından bilinen dondurma ve çikolata gibi besinlerle de beslenmeden iki ay boyunca vücuduna şeker yükleyen bir adamın hikayesi anlatılıyor.
    özellikle hiç düşünmeden tükettiğimiz içecekler, soslar, mısır gevrekleri gibi ürünlerdeki devasa şeker miktarı resmen yüzümüze vuruluyor.
    aslında bizde de canan karatay'ın üstüne basa basa vurguladığı şekerin zararlarının, büyük şirketler tarafından nasıl da güzel kamufle edildiği de filmde kendine yer bulan diğer bir konu.
    sağlıklı beslenmeye çalışan kişiler bile bazen iradesine yenik düşebiliyor, ama bu filmi izledikten sonra bir şeker zerresini bile ağzınıza atarken bin kere düşüneceksiniz.
    kilonuzdan şikayetçiyseniz ve ne kadar dikkat etsem de kilo veremiyorum diyorsanız, bu filmi bir izleyin.
    bir film izledim ve hayatım değişti cümlesini kuracağınıza eminim.
  • tek tükettiğim şekerli gıda dondurmayı da bırakmamı sağlayan film. teşekkürler damon gameau.
  • dün gece izleyip beni derin düşünceler içinde bırakan film.

    geçen sene bir hayli kilo alıp bir gün yarım kilo burma kadayıfı yedikten sonra kusunca tartılıp 83 kiloyu görüp gözümü kararttım, yemin ettim, 4 ay boyunca (28 kasım-27 mart) canan karatay hocam (bkz: kendisine buradan sevgi ve saygılarımı iletiyorum) sayesinde farketmeden bu abinin diyetinden yaptım. şekerin her türlüsü, abur cubur, cips, gazlı içecekler, meyve suları, çikolata vs. ayrıca ek olarak ekmek, poğaça, börek vs. gibi her türlü hamur işi ve makarna, pirinç pilavı gibi karbonhidratlardan uzak durdum, bir kere bile yemedim. bunların yerini çiğ fındık, çiğ badem, çiğdem (bkz: birinin izmirli olduğunu anlama yolları) (bkz: swh) ile doldurdum.

    ilk 1-2 hafta kabus gibiydi, ancak ondan sonra abartmıyorum hayatımın en mutlu aylarını geçirdim ve 71 kiloyu gördüm . 27 martta kız arkadaşımın doğum günü şerefine (bkz: swh) bir dilim pasta ile bu orucu bozdum. o günden sonra kendime haftada bir hak tanıdım ve uzun bir süre kilomu koruyarak 72-73 kilo seviyesinde böyle gitti.

    taa ki kara temmuz ayına kadar. temmuz'da 1 gün adana 6 gün niğde tatilinde tatlı, abur cubur, hamur işi vs. yi abartarak 3 kilo aldım. izmir'e döndükten sonra bu 3 kiloyu hiç almamışım gibi düzenime devam edip hemen verdim. izmir'e döndükten 10 gün sonra kız arkadaşımla istanbul'a tatile gittik ve olay burada koptu. istanbul'da tüm gezilerimizi yürüyerek yapıp bir haftada 125 km yürümemize rağmen tam 4 kilo aldım. bir haftada yediğim belli başlı baba şeyler; 4 porsiyon güllüoğlu baklava, 2 kutu pringles, 2 kavanoz nutella, 10 paket filan oreo, 3-4 porsiyon fast food, sınırsız abur cubur filan. kontrolü kaybettiğim için kilo alımım dönünce de devam etti ve bu sabah itibariyle 79,0 kiloyu gördüm.

    tesadüfen dün gece bu filmi izledim. bu abinin yaşadıklarının çoğunu ben de yaşadım, şu an göbeğim ve muffin top'larımla kendimi aşırı mutsuz hissediyorum. bu sabah itibariyle tekrar yeminime dönme kararı aldım. çünkü çikolata, dondurma vs.nin endorfin hormonu salgılatıp mutlu ettiği olayı yalan. ideal kiloda, sağlıklı bir şekilde yaşamak insanı daha çok mutlu ediyor.

    bu filmi izleyin, bu olayı siz de uygulayın, farkı görün. bir daha eliniz gitmeyecek saçmasapan şeylere.
  • herkesin ama en çok anne babaların izlemesi gereken belgesel-film.

    buradan canan karatay hocaya selamlar yolluyorum. yıllardır şeker çok zararlı, çaya yağ atın daha iyi diyordu. herkes gülüyordu.

    son söz; yemeklerin güzel olması için tatlı olması gerekmez.
hesabın var mı? giriş yap