• ayrıntı'dan çıkan bir kitap, a harfi eski dillerdeki (ilk olarak fenike) elif-alef'ten gelmektedir, yana yatık bir a şeklinde yazılır.
    kitabın yazarı ingliszce'deki ox sözcüğünün okunuşunun "ax" olmasından bu başlığı seçmiştir, genel olarak sözlü-yazılı kültür ve okuryazarlık üzerine bir incelemedir
  • "elektronik çağda yazılı kültürün çöküşü ve şiddetin yükselişi"ni anlatan barry sanders kitabıdır.
  • (bkz: öküz as)
  • jacques ellul imzalı sözün düşüşü adlı eserle benzer fikirleri savunan kitap. yazılı kültürün çöküşü, imge egemen dünyanın güçlenmesini çarpıcı örneklerle anlatır.
  • (bkz: a is for ox)
  • ilk bakışta zonguldağın zo'sunu akla getiren öbek.
  • (bkz: antep'in g'si)
  • "bir zamanlar bütün bir öğleden sonra '' yapacak bir şey bulamayan'' çocuklar oyunlar uydurur, kendilerini oyalayacak ilginç bir şeyler bulurlardı. bugünlerde çocukların düş güçlerini kullanmalarına gerek yok. yeni masallar uydurmak, yeni oyunlar icat etmek ya da gerçeği farklı biçimlerde kurmak zorunda değiller. televizyon stüdyoları onların yerine bütün bunları yapıyor. televizyon, "kimse yalnızlık ya da can sıkıntısı çekmemeli, kimse eğlenmeden tek bir an geçirmemeli" diyor.
  • şu son bir yılda normale göre çok daha az kitap okudum. önceden bir günün kitap okumadan nasıl geçebileceğine anlam veremezken bu yıl içerisinde bazen günlerce hiç okumadım. okuduğum zamanlarda da araya sık sık dalgınlıklar, kaygılar ve bambaşka düşünceler giriyordu. durmadan geleceği, nasıl bir hayat yaşamak istediğimi, şu an yaptığım şeylerle istediğim şeyler arasındaki uyuşmazlığı ve artık çalışmam gerektiğini düşünüyordum. bilmiyorum, bunları hala çözümleyemedim aslında ama en azından bu düşünceler artık eskisi gibi bir şeyler yapmamı engellemiyor. şimdilerde bu bir yıllık süreci telafi etmek istercesine sürekli okumaya çalışıyorum ve bunu yaparken okumayı azalttığım bu zaman diliminin bende neleri eksilttiğini daha iyi görüyorum. “okumanın doğası değişip de sözcükler yüksek sesle okunmak yerine içten okunmaya başlanınca okuyan kişinin harfleri okurken bir yandan da bunların anlamı üzerine düşünmesi mümkün oldu. bu etkinlik düşünen benliğin ortaya çıkmasına yol açtı” diyor sanders. kitapları özellikle içimizden okuduğumuz anlarda kendi benliğimizi; farklı düşüncelere, öykülere maruz kalırken bunları bir yandan kendi bakış açımızla nasıl şekillendirdiğimizi daha net bir şekilde kavrıyoruz. eğer kitaplar, kişinin hayatında farklı düşüncelere en çok maruz kalabileceği ortamları meydana getiriyorsa, onlardan uzaklaşmak da doğal olarak düşünme oranımızda bir azalmaya ve sanders’ın deyimiyle “düşünen benliğin” körelmesine sebep olabiliyor. ben kendimde sanırım en çok bunu gözlemledim.

    son bir yılda eskiye kıyasla daha az okumuş bir insan böyle bir etkiden bahsediyorsa, okuryazar olmayan veya okumayı uzun yıllar önce tamamen bırakmış bir insanı neler bekliyordur? barry sanders, öküzün a’sında işte bu soruyu, yani okumamanın, yazılı kültürden uzaklaşmanın hayatımıza etkilerini “elektronik çağda yazılı kültürün çöküşü ve şiddetin yükselişi” alt başlığıyla ele alıyor. “benim burada ele aldığım konuyu tarihin başka hiçbir döneminde bu gözle görmeniz mümkün olamazdı. son birkaç bin yıldır -ya da en azından alfabenin ortaya çıkışından bu yana- fazla değişmemiş olan ‘insan’ gözlerimizin önünde yok olmakta. bu bir cinayet romanı değil, ceset hala karşımızda” gibi korkutucu cümleleri içinde barındıran kitap, okuryazarlığın tarihi ve okuryazar insanın ne gibi kazanımlar elde ettiği konularıyla başlıyor. ardından teknolojinin gelişmesi ve insanların ekrana bağımlı hale gelmelerinin okuyan insanı ne denli değiştirdiği konularına yer veriliyor. bu kısımdaki bazı söylemler okuyucuya oldukça klişe gibi gelebilir, fakat kitabın 1994’te yazılmış olduğuna ve yazıldığı dönemde ekran bağımlılığına yapılan bu eleştirilerin oldukça yenilikçi bir nitelik taşıdığına da dikkat çekmek lazım. bunların ardından aslında kitabın odak noktası olan abd’de okuryazarlığı bırakan çocuk ve gençlerin nasıl çetelere dahil olduğu konusu örneklerle ele alınıyor.

    okuryazarlık insana neler katar? sanders buna temel olarak “benlik” cevabını veriyor. benlik kavramı çok küçük yaşlardan itibaren şekillenmeye başlamakla beraber, bazı uyaranlar benlik hissimizin daha da gelişmesine yol açar. öküzün a’sını okurken okuryazarlığın aslında bu uyaranlardan belki de en önemlisi olduğunu yeni fark edebildim. “okuma yazma çocuğu nesne olmaktan uzaklaştırır, onu kendisi olmaya zorlar. dil dünyasına bir kez girdikten sonra çocuk ne zaman bir nesne görse o nesneyi inceler, betimler, beyninde evirir çevirir ve sınıflandırır.” diyor sanders ve bu düşüncesini luria’nın araştırmalarıyla destekliyor. luria, özbekistan ve kırgızistan’ın ücra köşelerinde yaşayan ve okuryazar olmayan kişilerle yaptığı çalışmalarda, bu kişilerin soyut düşünme, kategorizasyon ve bağlamdan arındırma becerilerinin yeterince gelişmediğini ve bunların etkisiyle benlik kavramına başvurma gereksinimlerinin de az olduğunu gösteriyor. bu, okuryazar olmayan insanların benliğinin olmadığı gibi bir anlama gelmiyor tabii ki, fakat okuma yazmayla beraber ortaya çıkan bazı becerilerin eksikliği, kişinin benlik kavramına da daha az başvurmasına sebep oluyor. günümüzde belki okuryazarlığın artık bir sorun olmadığını, herkesin bir şekilde okuma yazmayı öğrenmek için desteklendiğini düşünüyor olabilirsiniz. fakat her yer okullarla dolu olmasına ve ilkokul eğitimi zorunlu olmasına karşın “okuryazar” insan sayısının arttığından emin olamıyorum. nicel anlamda bir artış var, evet ama niteliğe bakıldığında ilkokulda harfleri, okumayı ve yazmayı öğrenen ama sonrasında bunları terk eden yığınla çocuk ve genci görüyoruz. bu kişilere gerçek bir okuryazar diyebilmek de mümkün olmuyor. bunu neler tetikliyor ve sonuçları neler oluyor sorularına kitap çok mantıklı cevaplar sunuyor. okuryazarlığın nitel anlamdaki çöküşünü tetikleyen en önemli unsurlardan biri eğitim-öğretimin kendisi olarak aktarılıyor kitapta. oyundan uzak kalmış, yalnızca kurallara sırtını dayayan bir eğitim sisteminde çocukların harflere ve okumaya karşı sıkılgan bir tavırla yaklaşmalarının çok doğal olduğu söyleniyor. buna ek olarak, 30-40 yıl önceye kıyasla çocukların bu sıkılma halini geride bırakmalarını sağlayan çok fazla unsurun olması da okuryazarlığın önüne geçen bir diğer etken olarak sunuluyor. bilgisayar oyunları, televizyon ve sosyal medya, çocuklarının sıkılmalarına olanak vermeyen bir dünyayı önlerine sererken gerçek dünyanın sıkıcı görevlerine geri dönmeyi istemiyorlar. bu noktada eğitimi oyundan ayırmamak ve ekranla kurulan işlevsiz bağı olabildiğince azaltmak belki geçici olabilecek bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkıyor. kalıcı olabilecek çözümse, neredeyse her konuda olduğu gibi sistemin kökten değişmesinden geçiyor.

    okuryazarlığın niteliğindeki bu azalma, şiddetin artışıyla nasıl bir ilişki içerisindedir? bu soru, kitabın ana temasını oluşturuyor aslında. sanders, okuryazarlığın benlik hissini nasıl beslediğine değinmişti, öyleyse okuryazar olmamak veya onu terk etmek temel olarak benlik kavramımıza etki eder. zihin kuramıyla da ilişkili olarak, kendini ayrı bir benlik olarak görmekten uzaklaşan bir kişi, diğer insanların da kendilerine ait duyguları, düşünceleri ve benliği olduğunu anlamaktan gittikçe uzaklaşır. bu da diğer insanlara zarar vermelerini ve bunu çeteler aracılığıyla gerçekleştirmelerini çok daha kolay bir hale getiriyor olabilir. “okuryazarlık ayrı ayrı benliklerden oluşan, her biri bir vicdan tarafından yönetilen ve bir amaca yönelik yaşayan bireylerin meydana getirdiği bir topluluk yaratır. okuma yazma insanları başkalarının yaşamlarını hayal etmeye zorlar. okuryazar insanlar sürekli sorgular, eleştirel düşünceye sahiptir. çete gençliği ise yalnızca hareket eder: düşünmez.”

    *
hesabın var mı? giriş yap