• annemin köyü olan ve türklerin ilk defa balkanlar'a geçtiği gelibolu'nun cumalı köyünün hikayesi.
    süleyman gazi paşa önderliğinde kara nebi bey ilk defa cuma günü cumalı köyüne geçtiği için(köyün antik adını şu an hatırlamıyorum) ve cuma namazını burada kıldığı için köyün adının da cumalı olduğu söylenegelirdi.
    ancak araştırınca cumalı köyünün antik adının yunanca yine cuma anlamına geldiğini, ortodokslarda eskiden cuma gününün kutsal gün olduğunu ve yine cumalı köyünün başpikoposluk olduğunu öğreniyorum. ve çok ilginçtir büyük iskender asya seferine çıkarken cumalı köyünde 1,5 veya 3 yıl kalıyor. bu kayıp zamanın neden olduğu şey bilinmese de bu köyde yer alan bir göktaşına büyük kutsallık atfettiği ve büyük bir tapınak inşa ettirdiği söylenir.
    yani cumalı adı islam veya türkler ile ilgili değil, en az fetihten 1500 yıl öncesinden kalma bir anlam taşıyor.
  • karasakal, kızılsakal ve mavi sakal'ı duymuşsunuzdur, peki ya sakalsız korsanlar?

    korsanlığın zirve yaptığı dönemlerde bile kadın korsanlara pek rastlanmasa da, yedi denizde dolaşan şaşırtıcı sayıda korkusuz kadın vardı.

    jeanne de clisson

    iyi bir hikaye genellikle yeniden anlatıldığında daha iyi bir hikayeye dönüşür. bu nedenle, bazen neyin efsane neyin gerçek olduğunu söylemek zordur. ancak jeanne de clisson (kızlık soyadı jeanne-louise de belleville) efsanesine inanılacak olursa, kendisi kötü bir anneydi. tam anlamıyla... jeanne de clisson terör saltanatına başladığında 7 çocuk annesiydi. yüz yıl savaşları sırasında, 14. yüzyılda, brittany dükü öldü ve fransa ile ingiltere arasında bölge üzerinde bir toprak anlaşmazlığı başladı. jeanne'ın ikinci kocası lord olivier de clisson bu kavganın ortasında kaldı ve fransız kralı 6. philip tarafından vatan haini olarak idam edildi.

    öfkelenen jeanne (hikayelere göre iki oğluyla birlikte) denize açıldı ve fransız kuvvetlerine saldırmaya başladı. ailesinin mal varlığını satarak, siyaha boyadığı ve kırmızı yelkenlerle donattığı üç gemi satın alabildi. acımasızlığının boyutları tam olarak bilinmese de, karşılaştığı her fransız asilzadesinin kafasını bizzat kestiği söylenir.

    grace o'malley (gráinne ní mháille)

    irlandalı "korsan kraliçe" grace o'malley, gelmiş geçmiş en kötü şöhretli korsanlardan biridir. 1530 yılında doğan grace, babasının lideri olduğu denizci bir klanda büyümüştür. iyi bir evlilik yapmış (iki kez) ve zamanını mülkünü her ne şekilde olursa olsun savunarak geçirmiştir... ve iyi bir önlem olarak başkalarının mülkünü almıştır. acımasız ve korkusuz olan grace'in oğullarından birini bir gemide doğurduğu ve bir gün sonra gemiyi savunmak için savaşa girdiği söylenir. bu da yetmezmiş gibi grace, kraliçe elizabeth'ten bir görüşme talep edecek kadar cesur olduğunu kanıtladı. yakalanan kardeşinin ve oğullarının serbest bırakılmasını talep etti. kraliçe de bunu yerine getirdi.

    ching shih

    (ekşişeyler; fahişelikten korsanlığa uzanan acayip bir hayat hikayesi: ching shih)

    son derece ünlü bir korsan olmasının yanı sıra, ching shih tartışmasız en başarılı korsandı. fahişe olduğu dışında erken dönem hayatı hakkında çok az şey bilinmektedir, ancak 1801 yılında cheng yi adlı bir korsan tarafından yakalanmış ve daha sonra onun karısı olmuştur. birlikte denizlere açılmışlar ve kızıl bayrak filosu olarak bilinen bir korsan ordusu kurmuşlardır. cheng yi'nin 1807'de ölümü üzerine ching shih, yüzlerce gemi ve yaklaşık 50.000 korsandan oluşan filonun komutasını ele aldı. onları katı bir davranış kuralıyla hizada tuttu ve çoğu suç başlarının kesilmesiyle cezalandırıldı. filo o kadar durdurulamazdı ki -hatta bazen kıyıda olmayan şehir ve kasabaları vurmak için daha küçük teknelerle nehrin yukarısına bile çıkıyordu- çin donanmasının amirali onun tarafından yakalanmaktansa intihar etti. sonunda, çin hükümeti tarafından af teklif edildi ve ganimetleriyle birlikte kırsal kesime çekildi.

    anne bonny

    anne bonny bir öncüydü. irlanda'da doğdu (kızlık soyadı anne cormac) ancak genç bir kızken ailesiyle birlikte daha sonra amerika birleşik devletleri olacak olan yere göç etti. babasının isteklerine karşı gelerek bir denizci olan john bonny ile evlendi ve onunla birlikte mecazi gün batımına doğru yelken açtı. evliliği kötü gidince, kötü şöhretli korsan john ("calico jack") rackham ile birlikte oldu.

    birlikte bir gemi ele geçirdiler ve jamaika kıyılarını yağmalamaya başladılar. her ne kadar kadınlar gemide uğursuz sayılsa da, anne cinsiyetini gizlemek için çok az şey yaptı - mürettebat arkadaşı mary read'in aksine (daha sonra onun hakkında daha fazla bilgi). 1720 yılında rackham ve mürettebatı yakalandı. mürettebatın erkek üyeleri korsanlık suçundan asıldı, ancak bonny ve read sadece kadınların yapabileceği bir şekilde idamdan kurtuldular - hamilelik! bonny daha sonra serbest bırakıldı ve hayatının geri kalanını daha sakin bir şekilde yaşadı.

    mary read

    mary read gayrimeşru bir kız çocuğu olarak doğdu ama meşru bir erkek çocuğu olarak yetiştirildi. kocası denizde öldükten kısa bir süre sonra annesinden doğan üvey kardeşine, büyüyene kadar büyükannesi bakacaktı. kocası öldüğünde, meryem'in annesi hemen meryem'e hamile kalmış ve doğumundan sonra onu ölen oğlunun yerine koymaya çalışmıştır.

    ancak büyükannenin aklı başına geldi ve bu plan sona erdi. ancak meryem'in annesi onu erkek gibi giydirmeye devam etti ve ev işlerinde yardımcı olarak çalıştırdı. gemilerde çalıştı ve hatta erkek olarak orduya katıldı. bir hollanda gemisinde yolculuk ederken, mary "calico jack" rackham ve mürettebatı tarafından yakalandı. kısa süre sonra sırrını keşfeden rackham'ın sevgilisi anne bonny ile arkadaş oldu. en iyileriyle birlikte yağma ve talan yaptılar ama bu uzun sürmeyecekti. nihayetinde yakalandıklarında, her ikisi de "hamile" olduğunu iddia ederek idamdan kurtuldu, ancak mary hapishanede öldü.

    rachel wall

    rachel wall'un (kızlık soyadı schmidt) 1760 yılında pennsylvania'da doğan ilk amerikalı kadın korsan olduğu düşünülmektedir. on altı yaşındayken george wall ile evlendi ve çift kısa süre sonra boston'a taşındı; rachel burada hizmetçi, george ise balıkçı olarak çalışıyordu. meslekleri onlara çok az para kazandırıyordu ve george korsanlık yapmak için bir plan yaptı. küçük bir mürettebatla denize açıldılar ve güzel havalarda balık avladılar. fırtınalardan sonra, zor durumdaymış gibi davranıp kendilerini kurtarmaya gelenleri yağmaladılar. bu plan yaklaşık bir yıl boyunca işe yaradı, ta ki kurt ağlayan çocuk modasına uyarak bir fırtınaya yakalanıp teknelerinde onarılamaz bir hasar oluşana kadar. rachel kurtuldu ama george zamansız bir sonla karşılaştı. kocasının ölümünden sonra bile suç hayatına devam etmiş, karada hırsızlık ve muhtemelen fahişelik yapmıştır. sonunda genç bir kadına saldırdığı için tutuklandı ve korsanlık da dahil olmak üzere suçlarını itiraf ettikten sonra idama mahkum edildi. massachusetts'te idam edilen son kadın oldu.

    kaynaklar linklenmiştir.
  • 1436 ile 1440 arası istanbul'da ikamet eden venedikli tüccar giacomo badoer'in muhasebe defterinde farklı etnik kökenlerden tüccarların yanında türk tüccarlar da yer alıyor. bu kaynakta sözü edilen en az on iki türk tüccar var. bunlar arasında da "ali basa turcho" olarak kaydedilmiş isim dikkat çekiyor. kim var imiş biz burada yoğ iken adlı kitabında cemal kafadar, ii. murad'ın hükümdarlığı sırasında bir ali paşa olmadığını ve badoer'in türk isimlerini yazarken titizlik göstermediğini, özellikle de "h" sesini düşürdüğü göz önüne alındığında bu ali basa turcho'nun çandarlı halil paşa'dan başkası olamayacağını söylüyor.

    "ali basa'nın adının geçmesi özellikle dikkat çekici. inalcık'ın konstantinopolis'in fethinden önceki politik kavgalara dair gayet ayrıntılı çözümlemesi, halil paşa'yı genişlemeci gazi önderlerin karşısındaki 'barışçı' kanadın önderi olarak resmeder. büyük ölçüde gazi'lerin bakış açısından yazılmış erken dönem osmanlı tarihlerinde, ünlü vezir açıkça kendi maddi çıkarları yüzünden bizanslılarla barış yapma yanlısı olmakla suçlanır. badoer'in muhasebe defterinde yer alan atıflar, paşa'nın bizans başkentiyle kurduğu ticari ilişkilerin ilk belgeleridir." (bkz: kim var imiş biz burada yoğ iken)

    elbette bildiğim en şaşırtıcı tarihi bilgi bu değil. başlıktaki çoğu entry gibi bu da insanları hayretler içerisinde bırakmayacaktır ama bu zamana kadar bu olayı bilmemek beni şaşırttı doğrusu.
  • aslında ilk roma takviminde 10 ay vardı ve ay isimleri 1. ay ikinci ay ve 3. ay diye gidiyordu.september, october, november ve december ismilerinin de kökleri sırası ile latince' deki yedi,sekiz, dokuz ve on rakamlarından geliyor. önceki aylar roma tanrıları ve imparatorlarının isimlerine evrilmiş malum. ocak ve şubat anuarius ve februarius olarak takvimde başa eklenmiş. son dört adının mevcut, aslında roma rakamlarından gelen, isimleri değiştirilmediği için biz anlamları artık isimleri ile farklı olsa da (2 rakam ekleyerek) kullanmaya devam ediyoruz. yani, benzer şekildeki sonraki aylar gibi, eskiden yedinci anlamındaki september' ı bu gün 9. sıradaki ay olarak kullanıyoruz.
  • yavuz sultan selim han mısırı fethettikten sonra bir süre daha orada kalır. bu süre zarfında da bir cariye cihan padişahının çadırını temizler ve gündelik işlerini yaparmış.

    birgün bu cariye bir şekilde cihan padişahı yavuz sultan selim'i görür ve ona aşık olur. cariyenin aşkı gün geçtikçe artar ve bu durumu padişaha bildirmeye karar verir. cariye hem padişahtan korkar hemde nasıl bu durumu açıklayacağını bilemez bir halde küçük bir not yazıp yatağına bırakmaya karar verir.

    not kağıdında şu ifade yazmaktadır; "derdi olan neylesin?".

    cihan padişahı akşam yatağında not kağıdını görür ve okur. kağıdın arka tarafına da şu ifadeleri yazar; "derdi neyse söylesin!".

    sabah heyecanla bıraktığı not kağıdını arayan cariye bıraktığı yerde kağıdı bulur. heyecanla not kağıdına bakan cariye padişahın yazdığı ifadeyi okur. kendi yazdığı cümlenin altına tekrar "korkuyorsa neylesin?" yazar ve not kağıdını aynı yere bırakır.

    aynı günün akşamında yavuz sultan selim kağıdı alır ve cariyenin notunu okur. padişah'da kendi yazdığı ifadenin altına cevaben "hiç korkmasın söylesin!" yazar ve yatağın üzerine bırakır.

    ertesi gün cariye not kağıdını okur ve bütün cesaretini toplayarak padişahla konuşmaya karar verir. gündelik işlerini bitirdikten sonra padişah gelene kadar çadırda bekler.

    padişah yanındakilerle birlikte çadırına döndüğünde cariyenin kendisini beklediğini görür. cariye de hemen ayağa kalkarak temenna durur. cihan padişahı cariyeye yönelerek "buyrun, sizi dinliyorum." der. cariyeyi bir heyecan basar ve titreyen ellerini saklamaya çalışır.

    tekrar cesaretini toplayan cariye "efendim..." der bir süre duraklar, "cariyeniz..." dedikten sonra cümlesine devam edemez ve olduğu yere yığılır.

    aşkını dile getiremeden ruhunu teslim eden cariyenin bu durumu cihan padişahını oldukça derinden etkiler ve göz yaşlarını tutamaz. yavuz sultan selim han göz yaşlarını sildikten sonra etrafındakilere "gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür." der
  • 1789 fransız ihtilali

    fransız devrimi, en az 500 yıllık ekonomik ve toplumsal bir gelişim ile değişimin ürünü ve sentezidir. her ne kadar ingiliz ve amerikan devrimleri daha önce gerçekleşmişlerse de ortaçağ karanlığını zorlayan insan düşüncesinin yarattığı sosyal ve siyasal anlayışın hızla yayılan bir ideoloji hüviyetine bürünebilmesi fransız ihtilali sonrasında mümkün olabilmiştir. yine aynı biçimde insan emeğinin ve zekasının yarattığı büyük iktisadi patlamanın (bkz: sanayi devrimi) sonuçlarının tüm dünyaya yayılması da ancak fransız devrimi'nin akabinde görülebilecektir.

    ingiliz devrimi, her şeye rağmen "yumuşak" bir geçiştir. amerikan devrimi ise bir bağımsızlık savaşının öğelerini önemli ölçüde barındırmaktadır. bunlara karşılık fransızların devriminde toplumda yeni oluşan sınıfların net bir biçimde örgütlenmeleri ve monarşik kökenli bir iktidarı zorla değiştirmeleri gözlemlenmektedir. keza fransa'da ihtilalin yıl dönümü olarak genel meclislerin toplanmasına veyahut millet meclisinin kurulmasına tekabül eden tarih yerine bastille'in silah zoruyla zapt edilip yıkılmasının (14 temmuz 1789) tercih edilmesinin elbette bir nedeni ve anlamı vardır. hobsbawn'ın çok yerinde bir tespit ile açıklamış olduğu üzere "19. yüzyılın ekonomik tarihi önemli ölçüde ingiliz endüstri devrimi tarafından belirlenmiştir, ancak aynı yüzyılın siyaset ve ideolojisini belirleyen şey fransız devrimi olmuştur."

    devrim ya da eski deyişle inkılap kavramı, genellikle kısa bir zaman zarfı içerisinde meydana gelen, ani ve köklü değişimleri ifade eder. lakin bu tanımlamada mevzubahis olan "ani"lik, yine de birkaç yıla kadar uzayabilen bir sürece tekabül etmektedir. zira bir "değişimin", "evrim" mi yoksa "devrim" mi olduğu konusunda karar vermek de pek kolay değildir. ayrıca "zorlama" unsurunun da gerek / koşul üzerinden bu bağlamda tartışılması zaruridir.

    fransız devrimi ekseriyet ile genel meclislerin toplanması ile anlatılmaya başlanır. oysa ki 16. louis'nin söz konusu meclisleri toplantıya çağırmasından önce ancien regime'in zorlaşan koşullarından ve statü yitirmesinden tedirgin olan aristokrasinin , parlamentoları ve buralarda yer alan yüksek burjuvaziyi "mutlakiyetçi merkez monarşi"ye karşı başkaldırmaya teşvik etmesi söz konusudur. keza 16. louis'nin genel meclisleri toplantıya çağırmak zorunda kalması da yine parlamentolardan yükselen bu seslerin bir sonucudur. velhasıl fransız ihtilali'ni sağlıklı bir şekilde idrak etmek adına; "aristokrasinin tepkisi", "tiers etat'ın talep ve çalışmaları" ve "genel ile yasama meclislerinin açılış süreci" gibi pek çok alt başlığın doğru bir şekilde analiz edilmesi elzemdir.

    soyluların tepkisi

    mali bunalımlardan mütevellit kaosun eşiğine gelmiş olan fransa, calonne'un maliye bakanlığı esnasında hazırlanan bir reform önerisiyle birdenbire karışır. mevzubahis öneri soyluları da genel bir arazi vergisinin kapsamı altına almayı öngörmektedir ve teklifinin parlamentodan geçmeyeceğini düşünen calonne, konuya dair bir imtiyazlılar meclisi oluşturur. ancak bu meclis de onun isteği doğrultusunda karar almaz ve maliye bakanı istifa etmek durumunda kalır. calonne'un yerine gelen meşhur brienne de selefiyle benzer düşüncelere sahiptir lakin amaca giden yolda izleyeceği politika farklı olacaktır. brienne özel bir meclis kurup aristokrasi ile uzlaşıya gitmek yerine üçüncü sınıftan yani tiers etat'tan müteşekkil olan eyalet meclisleri'ne baş vurarak çözüm için halkın desteğini kazanmaya çalışır. fakat çiçeği burnunda maliye bakanı burada da istediğini elde edemez ve vergi reformuna dair önerisini parlamentolara götürmek zorunda kalır.

    basitçe ifade etmemiz gerekirse parlamentolar; yasaları tüzüğe geçirme ile gerekçeli olarak reddedebilme yetkileri sayesinde yasama gücüne ortak ve kralın sınırsız otoritesine sınırlama getirmiş olan kurumlardır. sınıfsal köken olarak aristokrasiye ve burjuvaziye dayanan parlamentolar, bilhassa 16. louis'nin etkisiz idaresi esnasında siyasal güç anlamında etkinliklerini iyiden iyiye arttırmışlardır ve mensuplarını zorlayıcı bir biçimde yeni bir yükümlülük altına sokmak isteyen monarşiye karşı ellerinden geldiğince direnmekte herhangi bir beis görmemektedirler. velhasıl ahvalin bu şekilde hasıl olduğu bir ortamda brienne'in vergi reformu tasarısı kral fermanı olarak önlerine geldiğinde öneriyi zaman kaybetmeksizin reddederek monarşinin itibarına ciddi bir şekilde darbe vurmuş olurlar. zira 1787-88 arasında kralın danışmaları ile parlamentolar arasındaki bu çatışma "soyluların ayaklanması" olarak adlandırılmaktadır.

    bütün bu gelişmelerin akabinde 16. louis'nin yeni vergiler toplayabilmek adına önünde tek bir yol uzanmaktadır: 1614'ten beri toplanmayan genel meclisleri yani etat generaux'u göreve çağırmak. soylular, merkez otoritesine karşı böylesine taviz vermez bir biçimde direnmekle bir noktada kendi sonlarını da hazırlamışlardır. zira varlıklarını borçlu oldukları monarşinin gücüne ilk darbeyi vurarak kraliyetin, bilahare gelecek olan burjuvazi çıkışlarına karşı ne kadar basiretsiz olduğunu sergilemişlerdir.

    genel meclislerin toplanması

    16. louis'nin etat generaux'nun 1 mayıs 1789'da toplanması konusunda beyanda bulunması üzerine fransa'da muhtelif kesimler arasında oluşturulmuş olan ittifaklarda birtakım çözülmeler ortaya çıkar. bilhassa parlamentolarda monarşiye karşı işbirliği içerisinde olan aristokrasi ile yüksek burjuvazi arasındaki işbirliği sona erer. burjuvazi artık dönemin konjonktürü doğrultusunda kralı desteklemeye başlamış ve tiers etat ile yakınlaşma içerisine girmiştir. bu bağlamda burjuvazi ve üçüncü sınıf arasında yeni bir siyasi oluşum teşekkül edilir. taze ittifakın talepleri arasında "medeni haklarda eşitlik", "yasalar karşısında eşitlik", "adaletli vergi reformu", "genel meclislerdeki halk temsilcilerinin arttırılması" ve "seçmen kısıtlamalarının azaltılması" gibi o günler için aşırı sayılabilecek pek çok yeni istek de bulunmaktadır. soylular karşısında halkın desteğine ihtiyacı olan louis de söz konusu talepleri "anlayış" ile karşılar ve isteklerinin önemli bir kısmını yerine getirir. ancak halkın taleplerinin altında yatan asıl motivasyon mutlak monarşi ilkesine yöneliktir ve kralın bu durumu doğru bir şekilde analiz edememesi kendisi için bir anlamda sonun başlangıcı olacaktır. yine de louis kısa vadede seçim hakkını yaygınlaştırarak özellikle kırsal kesimden gelecek olan halk temsilcilerinin hem soylulara hem de burjuvaziye karşı bir emniyet supabı vazifesi göreceğini umut etmektedir ve kendisinin de onayıyla 24 ocak 1789'da yeni "seçim yönetmeliği" yürürlüğe girer. 4-5 mayıs 1789'da da yeni temsilcilerin katılımıyla neredeyse 400 yıllık bir zaman zarfının akabinde dinsel bir törenin eşliğinde etat generaux açılır ve 2 haftalık bir çalışmanın ardından dönemin fransa'sının %96'sını temsil eden bu yapılanma, tarihe damgasını vuracak ulusal meclis adını alır.

    halk temsilcilerinin ulusal meclis'teki öncelikli amacı sınıf esasına göre değil, ortak toplanılması ve birey olarak oy kullanması konusundaki isteklerinin gerçekleştirilmesine yönelik olur. nitekim temsilcilerin ruhban sınıfı ve soylulara karşı verdiği 1 aylık mücadelenin ardından kral, halkın taleplerini "tekrar" kabul etmek zorunda kalır ve her üç sınıf temsilcilerinin de "eşitler" olarak meclis'e iştirak etmelerinin gerekliliğini bir ferman ile beyan eder. temsilcilerin jeu de paume (top oynanan salon)'da meclis kapıları yüzlerine kapandığında ettikleri yemin gerçek olmak üzeredir. (jeu de paume andı; hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmamaya, anayasa tamamlanıncaya kadar nerede olursa olsun koşulların elverdiği her yerde toplanmaya dair verilmiş olan söz.) nitekim 7 temmuz 1789'da meclis tarafından bir anayasa komisyonu oluşturulur ve 2 gün sonra aynı meclis, ulusal'ın yanında "kurucu" sıfatına da mazhar olur.

    kurucu meclis dönemi

    16. louis, ulusal meclis'e verdiği ödünlerden mütevellit büyük bir huzursuzluk içerisindedir. yakın çevresinin ağır eleştirilerine de maruz kalan kral, bu haleti ruhiyenin etkisiyle ekseriyeti yabancı lejyonerlerden oluşan askeri birlikleri başkent paris'in çevresinde toparlamaya başlar. gerçekten de saray, bir darbe hazırlığı içerisindedir ve yavaş yavaş kuşatılan ulusal meclis'in bu askeri güce karşı herhangi bir mukavemet göstermesi söz konusu dahi değildir. bu duruma güvenen louis, 11 temmuz'da maliye bakanı necker'i görevinden alarak yerine halk nezdinde hiç sevilmeyen breuteoil'i atar. ancak halkın ve temsilcilerinin bu atamaya tepki vermeleri gecikmez. 12 temmuzda paris'teki 240 bölgenin her birinden 200'er kişinin iştirakiyle yeni bir milis kuvvet oluşturulur ve halkın teşkil ettiği 48.000 kişilik bu ordu, zaman kaybetmeden mümkün olan her biçimde silahlanmaya koyulur. 13 temmuz günü ulusal meclis tarafından yayınlanan bildiride necker'in görevden alınmasından ötürü duyulan üzüntü ifade edilir ve yabancı lejyonların bir an önce paris'i terk etmeleri talep edilir. ancak ilginç bir biçimde ve belki de philip augustus'un halk ile kral arasında tesis ettiği bağın hala daha kuvvetli olmasından dolayı meclis, yapılan yanlışlıklardan ötürü louis'yi değil; onu yanlış yönlendiren danışmanlarını suçlar. lakin kralın ne halktan gelen tepkilere ne de meclisin yayınladığı bildiriye kulak asmak gibi bir niyeti yoktur ve nitekim başladığı işi bitirmek adına planı, 14 temmuz akşamı hem ulusal meclis'i dağıtmak hem de paris'teki hayhuya bir son vermektir. ancak paris halkının başka planları vardır ve 14 temmuz gecesi "zapt edilemez" denilen bastile hapishanesi, parisliler tarafından basılarak yakılır. mutlak monarşinin sembolü hüviyetindeki bu güçlü kalenin böylesine kolay bir biçimde alınması, zaten tabiatı itibariyle korkak biri olan louis'yi büyük endişelere sevk eder ve şiddet yoluna başvurmaktan vazgeçerek ulusal meclis'in isteklerini "yine ve yeniden" kabul etmeye karar verir.

    fransa artık büyük bir dönüşümün eşiğindedir ve bu değişim esnasında "şiddet" başlıca enstrüman olacaktır. kralın tavizkar tavrından dolayı büyüyen tehdidin iyice yaklaşmakta olduğunun farkına varan kimi soylular çareyi ülkeyi terk etmekte bulur. ortaya çıkan otorite boşluğu fransa'nın dört bir yanında ayaklanmaların çıkmasına sebebiyet verir. iyiden iyiye cesareti artan ulusal meclis, 4 ağustos akşamı "derebeylik haklarını" kaldırdığını ilan eder. bu, fransa'da feodalitenin sona ermesi anlamına gelmektedir. 10 ağustos'ta ise aynı meclis, belediyelerin oluşumu'nu onaylar. artık fransız halkı, kendi egemenliğine sahip çıkmaktadır. 27 ağustos 1789'da kabul edilen insan ve yurttaş hakları bildirgesi ise fransa'da artık kraldan ziyade kurucu meclis'in söz sahibi olduğu anlamına gelmektedir. mevzubahis belge, amerikan haklar bildirgesi'nden sonra çağımıza ve çağımızın insanına ışık tutan temel deklarasyonlardan biri hüviyetindedir. bildiriye göre yasanın kaynağı, genel iradeden başka bir şey olamaz ve bu zihniyet toplum sözleşmesi anlayışının kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. yine aynı bildiride beyan edilen egemenlik ulusundur ifadesi, bu olguyu bir kez daha vurgulamaktadır. insanların özgür doğduklarını ve hür yaşayacaklarını da açıkça ifade eden bildiri, vazgeçilemez ve devredilemez doğal insan hakları olarak özgürlük, mülkiyet ve güvenlik gibi kavramları peşi sıra ilan etmektedir. bu esnada versailles sarayı'nda bir nevi kuşatma altında olan louis'nin ise bu gelişmeleri onaylamaktan başka bir alternatifi neredeyse yok gibidir.

    2 yıl boyunca fiilen ülkenin yönetimini elinde bulunduran ulusal meclis'te homojen bir yapı tabii olarak söz konusu değildir. meclisin ortasında bulunan başbakanlık kürsüsüne göre sağ tarafta soylular ve kralcılar otururken sol tarafta burjuvalar bulunmaktadır. velhasıl mütemadiyen her konuda mecliste sert tartışmalar gerçekleşmekte ve sorunlar yalnızca bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. ülkede yüksek ölçüde bir enflasyon söz konusudur ve alınan sert önlemlere rağmen kısa vadede ekonomiyi düzene sokmak mümkün gözükmemektedir. ancak tüm bu iç ve dış zorluklara rağmen kurucu meclis, 1791 eylül'ünde yeni anayasayı hazırladığını beyan eder. 16. louis tabii olarak metni onaylar ve anayasaya bağlı kalacağına dair yemin eder. fakat yemin töreninden birkaç ay evvel kralın, maiyetiyle beraber paris'ten kaçma girişimi ve akabinde yolda yakalanması bilhassa sol görüşlü jacobenlerin elini güçlendirmiş ve ülkede artık yavaş yavaş cumhuriyet nidaları dillendirilmeye başlanmıştır.

    ekim seçimlerinden cumhuriyete ve devrim fransa'sına tepkiler

    fransa'daki devrim, ilk başlarda avrupa'da memnuniyet ile karşılanmıştır. zira kıtadaki güç dengesinde büyük bir ağırlığı olan fransa'nın içine düştüğü karmaşadan mütevellit zayıf düşeceği beklentisi, komşuları nezdinde olumlu bir gelişmedir. ancak kısa bir zaman zarfının akabinde bu memnuniyet yerini tedirginliğe bırakır çünkü tehdit altında olan yalnızca fransa değil, tüm avrupa yönetimlerinin dayatmakta olduğu "monarşi ilkesi"dir. yine ülke dışına kaçmak isteyen fransa kralının zorla geri getirilmesi ve bir anlamda gözaltında tutulması yaşlı kıtadaki monarşileri tedirgin eden bir diğer husustur. ayrıca 1790 yılında yaşanan avignon olayı da avrupa krallarının hafızalarında hala daha tazedir. papalığa bağlı bir prenslik olan avignon, kendi iradesiyle fransa'ya bağlanmak istemiş ve fransızların meclisi bu isteği ulusların kaderlerini belirleme hakkı gereğince kabul etmiştir. avrupa kıtasının o günkü sınırları böylesine bir ülkenin geçerli olmasına dayanamayacak kadar zorlama ve dengesiz durumdadır ve bu şekilde bir katılım isteği zaten halihazırda pamuk ipliğine bağlı olan kıtadaki dengeyi altüst edebilecek türdendir.

    velhasıl yukarıda bahsini geçirdiğimiz sebeplerden dolayı avrupa'nın tutucu mutlak monarşileri fransız devrimi konusunda ortak bir tavır takınmaya karar verirler ve 1791'de pillnitz'de bir araya gelerek prusya ve avusturya imparatorlarının önderliğinde bir bildiri yayınlarlar. tarihe pillnitz bildirisi olarak geçen bu deklarasyonda fransa'daki devrim hareketinin salt fransa'nın bir iç sorunu olmadığı aksine bir "avrupa sorunu" olduğu vurgulanmaktadır. ayrıca yine aynı toplantıda koblenz'de toplanmış olan göçmenler ordusu'nun desteklenmesi ve fransa'dan kaçan soyluların oluşturduğu bu topluluğa yardım edilmesi gerektiği kararı alınmıştır. ülkedeki iç ayaklanmaların geniş boyutlara ulaşmasına ve ekonominin bir türlü düzeltilememiş olmasına rağmen temel tehlikenin avusturya ve onun desteklediği göçmen ordusu olduğuna kanaat getiren kurucu meclis idaresi altındaki fransa, 1792 şubatı'nda avusturya'ya ültimatom vererek göçmen ordusunun dağıtılmasını ister. ancak 2. leopold sonrası iktidara gelen 2. françois'nın böyle bir niyeti yoktur ve binaenaleyh yorgun fransa , 20 nisan 1792'de avusturya'ya savaş ilan eder. hiçbir hazırlığı olmayan fransızlar karşısında birleşik avusturya ve prusya orduları burnswick'in kumandası altında rahat bir şekilde paris önlerine kadar gelirler. 28 temmuz 1792'de general brunswick bir bildiri yayınlayarak 16. louis'nin otoritesini yeniden tesis etmek için geldiklerini ve son yıllardaki gelişmelerin sorumlularından hesap soracaklarını beyan eder. fransızların bruncswick'e cevabı ise kral ile kraliçeyi tutukladıklarını ve monarşinin lağvettiklerini ilan etmek olur. yeni bir anayasa hazırlamak için seçilecek konvansiyon meclisi'ne dek yürütme erki, 6 kişilik bir bakanlar kurulu'na devredilecektir ve bu kurulda adalet bakanı görevini ifa eden danton yürütmenin başı hüviyetindedir.

    artık kılıçlar çekilmiştir ve ekseriyeti milis kuvvetlerden oluşan fransız ordusu ile brunswick komutasındaki birleşik alman ve avusturya kuvvetleri 20 eylül 1792'de valmy'de karşı karşıya gelir. fransa'yı saran yeni heyecan savaş alanına da yansır ve fransızlar, birleşik kuvvetleri püskürtmekte muvaffak olurlar. zaferin getirdiği rüzgarı arkasına alan konvansiyon meclisi, 5 gün sonra yani 25 eylül'de couthon'un fransız cumhuriyeti parçalanmaz bir bütündür önerisini uzun süren tartışmaların akabinde kabul ederek cumhuriyeti ilan eder.

    konvansiyon dönemi ve cumhuriyet

    gerçekten de konvansiyon tarihte benzeri görülmemiş bir meclis hüviyetindedir. ilk olarak ılımlıların desteğini sağlayan girondenlerin egemenliği altında çalışan mecliste, bilahare montagnardlar üstünlüğü ele geçirmişlerdir. bu gelişmeleri izleyen dönemde ise anayasa yürürlükten kaldırılmış ve tüm yetkiler önce genel savunma komitesi'ne daha sonra da genel kurtuluş komitesi'ne aktarılmıştır. komite üyelerinin başını yiyen çok kanlı bir terör döneminin ardından içi ve dış sorunlarını büyük ölçüde aşan fransa, nihayetinde ise yeni bir anayasa ile direktuar dönemi'ne girmiştir. ancak buraya gelmeden önce süreci daha sağlıklı bir şekilde idrak etmek açısından spesifik bir grubun analiz edilmesi zaruridir ve mevzubahis yapılanma tabi ki jakobenlerden başkası değildir ...

    1791 sonrası alelade bir fransız yurttaşı artık devrimin sona erdiğini düşünürken, bu görüşün tam aksi yönünde bir kanaate sahip olan jacobenler; homojen bir yapıya sahip olmayan ve içerisinde farklı sosyal kimlikleri barındıran örgütlü bir siyasi parti konumundadır. ancak yine de jakobenizmin genel birtakım kaidelerini çizmek de pekala mümkündür. evvela jakobenler, katıksız demokrattırlar. onlara göre halk, kendi kendini yönetmelidir ve bu idare, onları en iyi tanıyanlar tarafından temsil edilmeleriyle gerçekleşebilir yani jakobenler vasıtasıyla. binaenaleyh onlara karşı çıkmak aptallığın da ötesinde "kötülüktür" ve bu karşı çıkanlar gerektiğinde en sert biçimde cezalandırılmalıdır. bu düstur doğrultusunda siyasal karşıtları ortadan kaldırmak yalnızca doğru bir tutum değil, aynı zamanda görevdir de. zira böylesine zararlı unsurların yani karşıtların ortadan kaldırılması, toplumun özgürlüğüne giden yolda zaruridir. jakobenizmde bu tavrın kuramsal bir sınırı da yoktur ve bilahare bu zihniyet, terör döneminin zeminin oluşmasına sebebiyet vermiştir.

    valmy'de elde dilen zafer sonrası konvansiyon meclisi beklenmedik bir şekilde güçlenmiş durumdadır ve fransız cumhuriyeti orduları savaşın ardından kısa bir zaman zarfı içerisinde belçika'yı, savoie'yi ve nice'i ele geçirir. bu fütuhatın fransa açısından bir diğer olumlu yanı ise bahsi geçen bölgelerdeki halkın da bilinçli bir şekilde fransa cumhuriyeti'ne katılmak istemeleridir. 1793 yılına gelindiğinde ise jakoben etkisi altındaki fransız cumhuriyeti daha radikal adımlar atmakta herhangi bir beis görmez ve 361'e karşı 360 oy ile tutuklu halde bulunan sabık kral 16. louis'nin idamına hükmeder. karar, 23 ocak'ta yerine getirilir. söz konusu hüküm ve uygulama, ingilitere'yi de avrupa'daki tutucu imparatorluklar safına itecektir. konvansiyon meclisi, londra büyükelçisi chauvelin'nin ingiltere'den kovulması üzerine 1 şubat 1793'de ingilizlere savaş ilan eder. fransa bu kararıyla beraber artık isviçre ve iskandinav ülkeleri hariç tüm avrupa ile savaş halindedir. ancak her ne kadar tüm avrupa, fransa'ya karşı birlik içerisinde görülse de aslında aralarında hiçbir bağlantı yoktur. ne ordular ortak bir kumanda mekanizması ile hareket etmektedir ne de kuvvetler arasında herhangi bir koordinasyon söz konusudur. bilhassa ingiltere yalnızca lafta savaşmaktadır. hülasa 2 sene süren göstermelik bir mücadelenin ardından 1795'te fransa, avusturya ve ingiltere dışında tüm cephelerde savaş halini nihayete erdirmiş vaziyettedir.

    lakin konvansiyon, dışarıdaki başarısını içeride gösterememiştir ve ne mecliste ne de ülkede bir düzen söz konusudur. üstelik alınan her sert tedbir, bir başka güçlü reaksiyona yol açmaktadır. binaenaleyh kaçınılmaz olarak bir anayasa komitesi oldukça süratli bir biçimde yeni bir yasa taslağı hazırlığına girişir ve 22 ağustos 1795'te çalışmalarını tamamlayarak meclise sunar. yeni anayasanın oylanarak kabulünün ardından konvansiyon, 26 ekim'de son toplantısını gerçekleştirir ve yerini direktuar yönetimi'ne bırakır.

    fransız devrimine dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere toktamış ateş'ten siyasal tarih ve ali reşad bey'den fransa büyük ihtilali tarihi adlı eserleri tavsiye ediyorum.
  • yeniçeri ocağı

    allah allah eyvallah
    baş üryan, sine püryan, kılıç al kan
    bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran !
    eyvallah ! eyvallah !
    kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan
    kulluğumuz padişaha ayan.
    üçler, yediler, kırklar
    gülbank-ı muhammedi, nur-ı nebi, kerem-i ali
    pirimiz, hünkarımız hacı bektaş-ı veli
    demine devranına hu diyelim !
    huu !

    dört buçuk asır gibi telaffuzu kolay lakin tahayyülü zor bir zaman zarfı boyunca kimi zaman cenk meydanlarında kimi zaman ise bizzat padişahın sarayında yükselen bu nidaların müsebbipleri olan yeniçeriler, gerek sıra dışı hüviyetlerinden gerekse haiz oldukları üstün askeri melekelerinden mütevellit mütemadiyen tarih meraklılarının ilgisine mazhar olmuş müstesna kimselerdir.

    bu asker ocağının kurucuları tarafından neferlerin dini terbiyesi, islamiyet'i gayet pratik yollardan telkin etmesini bilen ve her türlü hatayı, kusuru rindane felsefeyle örten bektaşi dervişlerinin amentüsü doğrultusunda verilmiş ve binaenaleyh ocak, muhtelif tarihi kaynak ve vesikalarda zümre-i bektaşiyan veyahut dudman-ı bektaşiyan şeklinde de anılagelmiştir.

    yeniçeri asker ocağı'nın kurulmasına yönelik ilk fikri ortaya atan kimse karamanlı molla kara rüstem'dir. 14. yüzyılda yaşamış olduğu bilinen ve osmanlı'nın batıya doğru gerçekleştirdiği fütuhata akıncı olarak iştirak göstermiş olan danişment mahlasına haiz bu zat, devrin payitahtı bursa'da sadrazam çandarlı kara halil'in huzuruna vararak kendisine konuya dair meramını anlatır. çandarlı, bilahare teklifi sultan birinci murad'a arz eder ve nihayetinde akıncı gazilerin gaza esnasında esir aldıkları her beş kişiden birinin padişah adına devlet tarafından himaye edilmesine karar verilir. alınacak esiri seçme hakkı da yine padişaha aittir. velhasıl esir başına 125 akçe kıymet biçilir ve elinde beş esiri bulunmayan kimsenin de tutsak başına 2 akçe vermesine karar verilir. tanrı buyruğu gereğince alınan bu vergiye "beşte bir" manasında pençik resmi adı verilir. düzenleme bunlarla da sınırlı kalmaz ve padişah adına alınacak esirler ile sultanın hükümdarlık haklarını koruyacak bir asker ocağının tesis edilmesine karar verilir. bu ocağın mensubu olan erlere de "yeni asker" manasında yeni çeri adı konur. zaman içerisinde bu neferler, kapıkulu ismiyle de nitelendirileceklerdir. "kapı" kelimesi padişahın temsil ettiği "devlet"tir. tapu-kulu veyahut tapuk-kulu şeklinde de telaffuz edilen bu unvandaki "tapu" / "tapuk" sözcükleri, padişahın hükümdarlık yani devlette tasarruf hakkı anlamına gelmektedir. akıncı gazilerden padişah adına alınacak, 8 ile 18 yaş arasındaki arasındaki esirlere verilen ad ise gulam 'dır ve mevzubahis kimselerin vücut sıhhati ve beden tenasübü bakımından seçkin olmaları elzemdir. nihayetinde bu ocağa bir isim konulması lazım gelir ve mensuplarına yukarıda bahsini geçirdiğimiz üzere yeniçeri denmesine rağmen birlik, ilk olarak pençik oğlanları şeklinde adlandırılır.

    en salahiyetli bilginler, yeniçeri ocağı'nın kuruluşunu osmanlı devleti'nin ilk 50 yılı içerisinde rumeli'nde süratle gerçekleştirdiği fetihlerin doğurduğu zarurete bağlamaktadırlar. bu görüşe göre kuruluşu itibariyle herhangi bir meslek ayrımı gözetmeksizin (münferit örnekler muhakkak ki vardır) müslüman - türklerden oluşan osmanlı ordusu, atlı yahut yaya olarak gaza yollarına düşmüş yetişkin erkeklerden oluşmaktadır. bir akıncı / gönüllüler hüviyetinde olan bu ordunun, liderlerinin şahsi otoriteleri dışında herhangi bir nizamı veyahut kaidesi de bulunmamaktadır ve neferler diledikleri zaman koptukları yerlere dönme özgürlüğüne sahiptirler. velhasıl ivedi bir şekilde ilerleyen fütuhatın devamlılığı için daima silah altında bulunması gereken bir askeri yapının varlığı zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. bunun için de evvela harp esirleri arasından, bilahare ise fethedilmiş ülkelerin gayrimüslim ahalisinden gerekli kriterlere uygun erkek çocukları seçilmiş ve islam imanının telkininin akabinde sağlam ve disiplinli bir talimden geçen bu oğlanlar, devletin yeni askerleri haline gelmişlerdir.

    söz konusu geleneksel anlatı dışında yeniçeri ocağı'nın kuruluşu ile alakalı farklı nokta-ı nazarların da göz ardı edilmemesi gerekir. ocağın, ortaçağda ve aynı zamanda anadolu platosunda yaygın olan derebeylik rejimine (bkz: feodalite) karşı türkleri merkezi bir idare altında toplamak isteyen osmanoğulları hanedanının iktidarını korumak için tesis edilmiş olduğu da unutulmamalıdır. zira yeniçeri gülbank ında "kulluğumuz padişaha ayan" cümlesi de bu yönden bilhassa şayan-ı dikkattir. bu elit askeri birliğin, her şeyden evvel osmanlı hanedanının merkezi mutlakıyet idaresini korumak yolundaki hizmetleri, padişahlar tarafından mütemadiyen takdir ile karşılanmış ve kendilerine orduda mümtaz bir yer verilmiştir. başta ilk "taht şehri" bursa, daha sonra fetihler doğrultusunda ordu merkezi haline gelecek olan edirne ve tabi ki şehirlerin kraliçesi olan istanbul olmak üzere devletin bütün iç kaleleri ile sınır kalelerinin asayişi, inzibatı ve muhafazası yeniçerilerin sadakatine emanet edilmiştir. yine tahta oturan her yeni padişahın adı da yeniçeri ocağı kütüğüne "1 numaralı nefer" olarak kaydedilmiştir.

    yaya askerler olan yeniçeriler asırlar boyunca batıda belgrad, budin, viyana; doğuda bağdat, tebriz, karabağ; kuzeyde bender, hotin, rusya stepleri ile polonya ovaları ve güneyde ise halep, şam, kahire gibi dünyanın farklı coğrafyalarına aylar hatta yıllar süren seferler boyunca yürüyerek gitmişler ve osmanlı imparatorluğu'nun kudretini dost düşman tüm aleme hissettirmişlerdir. yeniçeriler; her daim padişahın yanında, en kıdemsiz neferi de dahil olmak üzere verilecek emre hazır ve bu emrin katiyetle yerine getirilmesi adına ölümü göze almış bir kıta-ı muntazıradır. ancak bu seçkin askerlerin yukarıda bahsini geçirdiğimiz hüviyete kavuşma için geçirmesi gereken bir süreç söz konusudur ve pençik oğlanlarının talim ve terbiyesi için ilk olarak gelibolu'da birinci murad'ın hükümdarlığı esnasında acemi oğlanlar asker ocağı kurulur.

    ilk yeniçeri kıtalarının osmanlı ordusunda tam olarak ne zaman yer aldığını söylemek güçtür ancak murad hüdavendigar'ın son meydan muharebesi olan birinci kosova savaşı'nda osmanlı'nın elde ettiği zaferde ocağın katkısının epey büyük olduğu bilinmektedir. yine yıldırım bayezid'in hükümdarlığı esnasında osmanlı'nın niğbolu savaşı'nda kazandığı parlak zaferde aslan payı, yeniçerilere aittir. bu ilk yeniçeri birlikleri, osmanlı padişahına bağlılıklarını yalnız kazanılan zaferlerde değil; yaşanılan ağır mağlubiyetlerde de gösterdiler. 1402 yılında ankara savaşı'nda osmanlı devleti'nin timurlenk karşısında yaşadığı hezimete rağmen cenk bir hayli şiddetli geçmiş, anadolu sipahilerinin meydanı terk ettiği ve çandarlı ali paşa'nın şehzade süleyman'ı da alarak geri çekildiği sırada mağlubiyeti hazmedemeyen yıldırım bayezid yanındaki sadık yeniçeri birlikleriyle beraber esir düşene dek savaşmayı sürdürmüştür. lakin harp meydanlarında merdane dövüşmeyi bilen bütün askeri birlikler gibi yeniçeriler de ankara ovası'nda ağır kayıplar vermiştir. vezir çandarlı ali paşa'nın muharebeden kendisiyle beraber geri çektiği yeniçeri birliklerinin tahmini olarak 10 ile 15 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir ve bu sayı, ocağın mevcudunun yarısına tekabül etmektedir. yaşanan kayıplar ve alınan travmatik mağlubiyet dolayısıyla rumeli'deki fütuhat da haliyle kesilmiştir. bu kesinti aynı zamanda asker ocaklarını besleyecek olan pençik oğlanlarının da kaybı anlamına gelmektedir. ahvalin bu şekilde hasıl olduğu bir ortamda çandarlı ali paşa yeni bir fikir ile çıkagelir: devşirme kanunu.

    hem acemi oğlanlar hem de yeniçeri asker ocaklarının zayiatını telafi etmek hem de saray içoğlanları teşkilatını tamamlamak ve devam ettirmek gayesiyle yapılan devşirme kanunu, ocağın temel taşı olarak 300 yıl boyunca yürürlükte kalmıştır. içerisinde pek çok hüküm bulunan ve kapsamlı olarak da nitelendirebileceğimiz devşirme kanununun ana maddesi ise yeniçeri yapılmak üzere akıncı gazilerden alınan pençik oğlanları yerine, padişahın rumeli'deki ve anadolu'daki hıristiyan tebaasının evlatlarından oğlan devşirmektir. bu düzenleme ile hem yeniçeri ocağı'na devamlı bir insan kaynağı temin edilmekte hem de fetih alanı olan rumeli'nin ahalisindeki hıristiyan yoğunluğun azaltılması amaçlanmaktadır.

    devşirme kanunu'nun hükümlerini bir çerçeve içerisinde toparlamamız gerekirse:

    1) devşirilecek erkek çocuklarının 8 ile 18 yaşları arasında olması gerekmektedir.

    2) aranılan evsafı haiz olursa azami yaş 20'ye kadar çıkabilir.

    3) bu yaşlar arasındaki çocukların vücut yapısı tenasübüne ve tam sıhhate sahip olması elzemdir.

    4) devşirme işlemi zaman ile mukayyet olmayıp yeniçeri ocağı'nı besleyen acemi oğlanlar ocağı'nın ihtiyacına göre ve yeniçeri ağasının bu ihtiyacı bildirmesiyle yapılır.

    5) memleketin her tarafından yahut tespit edilecek mahdut bir bölgesinden devşirme yapılabilir.

    6) bir devşirme işlemi devresinde köylerdeki veya kasabalardaki kırk evden birine tekabüle edecek şekilde erkek çocuk alınır ve devşirilecek çocuğun en az bir erkek kardeşi olmalıdır.

    7) ailesinin tek erkek evladı olan çocuk devşirme olarak alınamaz.

    8) 18 yaşından küçük olduğu halde oğlan evliyse devşirme olarak alınamaz.

    9) devşirilen çocuklar nihai olarak bir elemeye daha tabi tutulur ve başarılı olanlar enderun mektebi'ne gönderilirken, diğerleri acemi olarak ocağa sevk edilir.

    yeniçeri ocağı, 196 tabur askerden müteşekkildir ve ocak ıstılahında tabura, orta denmektedir. cemaatliler, bölüklüler ve sekbanlar olmak üzere 3 sınıfa ayrılmış olan yeniçerilerde 196 ortanın 101'i cemaatli, 61'i bölüklü ve 34'ü sekbanlıdır. ocağın en küçük birliğini teşkil eden bir yeniçeri ortasının kadrosu 60 ile 70 arasında nefere tekabül etmektedir ve fatih sultan mehmed ile kanuni sultan süleyman zamanında ocağın tüm mevcudu 12.000 ile 14.000 nefer arasındadır. sultan üçüncü murad devrinde ilk büyük suistimaller başlamış ve padişahın kendi eliyle nefer kadroları 100, 200 hatta 300 nefere kadar çıkmıştır. ocak mevcudu üçüncü mehmed zamanında 45.000, üçüncü selim zamanında 110.000 ve vaka-i hayriye'nin cereyan ettiği ikinci mahmud devrinde ise 140.000 civarındadır.

    yeniçerilere dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere reşad ekrem koçu'dan yeniçeriler ve godfrey goodwin'den yine aynı isimli yeniçeriler adlı eserleri tavsiye ediyorum.
  • 1979 kasımı'nda iran islam devrimi yanlısı grubun saldırısına uğrayan a.b.d. elçiliğinde bulunan öğütülmüş kağıtların, iran'daki ingilizce bilen öğrencilerin ortak çalışmasıyla bir araya getirilmesi ve bu amerikan belgelerinin bir kısmının 1990'da yayımlanması.

    (bkz: documents from the u.s. espionage den)
    (bkz: esned-i lânih-i casusî)
  • kleopatranın, mısırdaki kardeşinin egemenliğini yıkmak ve tek hükümdarı olabilmek için, halı içerisinde romaya girip, jül sezarı kendisine aşık etmesi ve daha sonra mısırda hükümdarlığını ilan ettikten sonra marcus antonius ile birlikte olup, ikiz çocuk doğurması.

    bu zaman diliminde, bu hırsla yaşadığını düşünsenize.
  • bu bilgi şaşırtıcı bir bilgi değil pek çoğunuz bilirsiniz ama; hitler de dahil olmak üzere üst konumdaki bazı nazilerin hayvan hakları sebebiyle vejetaryen olması bana hep şaşırtıcı gelir. ruh hastası herifler insanlardan sabun yapıyor ama sokakları hayvan hakları afişleriyle donatıyor. halka vejetaryenlik öğütlüyorlar.

    not: bu arada hitler, hayatının son dönemlerinde bu diyeti ve propagandayı benimsedi. o yüzden sağdan soldan vejetaryen değildi lafını duyarsanız o insanları da haksız görmeyin. eskiden özellikle kuş türü etleri sevdiği bilinir.
hesabın var mı? giriş yap