• en uzun beraberlik yaşadığım, uğruna dizeler döktürdüğüm, hemen hemen yaşanabilecek tüm romantik anların bir çoğunu birlikte yaşadığım ve her zaman bir gelecek hayalimiz olan kız arkadaşım.! sonra da kız arkadaşlarım oldu ama hiç aynı olmadı.
    evet bu eski sevgili, okulum uzayınca beni terk etmişti. yıllarca haber almadım, çok koyduğu için de aramadım kendisini. başka mecralarda unutmaya çalıştım.
    meğer bir süre sonra, işi gücü olan meslektaş sayılabilecek bir hanzo ile evlenmiş.
    yani benim yakışıksız, bir o kadar kazma ama maaşlı halimi bulmuş.
    şuan evlendiği hanzo yüzünden hiç mutlu değilmiş. nereden mi biliyorum.? 10 yıl sonra aniden çalan bir telefon sesi ile öğrendim. düşünün 4 yıl beraber olduğunuz insandan 10 yıl sonra bir telefon alıyorsunuz. aramış bulmuş numaramı. kendi söyledi, çok pişman olduğunu, mektuplarımı, kitaplarımı halen saklıyormuş falan filan.
    ona yazdığım ve sakladığı bir mektubumu bana gönderdi. adeta ben bile tanıyamadım kendimi.! ne kadar saf ve iyi duygularım varmış, meğer hayat beni nasıl da yıldırmış, duygusuzlaştırmış.
    aslında bu olay düşündüğümden daha ciddi bir kırılma etkisi yaratmıştı bende. yıllar sonra bunu fark etmiştim.

    işin ironik kısmı ise o zaman müthiş bir aşkımız olmasına rağmen cebimde param yoktu, okul uzamıştı, ailem ile aram limoniydi, evlenecek durumum yoktu. evlendiği kişinin tam bir odun olması yanında şuan kocası işsizmiş, maddi sıkıntılar falan çekiyorlarmış. bense kocasına iş verecek kadar iyi durumdayım.

    acısı yıllar içinde geçmişti halbuki, unutmuşum sandım. konuşmamızda kuyruğu dik tuttum, hatta başta tanıyamamış gibi yaptım. "şirkette koştururken çalan telefonu, alo kim dediniz vs. diye açtım" oysa ki alo demesinden bile tanımıştım.
    hiç çaktırmadım belki ama yıllar sonra sesini duymak bile beni allak bullak etmişti.
    evli olduğu için birkaç telefon görüşmesinden öte yanaşmadım. yine de üzüldüm.. iç sesimle bile "oh olsun.!" diyemedim, boğazım düğümlendi.. ufak tefek tesellilerle kapattım konuyu.
    hayat ne garip değil mi.. ekşi itiraf gibi oldu, neyse. işte böyle..

    edit: imla
  • nerede olmasının bir önemi yok. ben nerede olsa gidip alırım onu bu önemli değil. ne yaptığı önemli ama. ne yapıyor? kendince doğru olanı yapıyor.

    ben ona sandalla okyanusa açılma dememe rağmen bunu yapmaya kalktı. en son göreceğim noktanın da ilerisine gitti. ben de el sallamayı bıraktım.

    gözden ırak oldu kısacası. onun doğru dedikleri aslında başkalarının anlık mutluluklarının basit nesnesi olmaktı. o, bunu değerli olmak sandı. anlık beğenilerin ve tutkuların odağı olmayı tercih etti. ait olmak ona göre değildi.

    buradan geleceğim nokta şudur: sizi önemsemeyenler için kendinizi üzüp , böyle başlıklarda saçınıza inecek bir beyaz telin daha vebalini üzerinize almayın. sizin tebessümünüzle dünyaları alacak insanları düşünün ve her seferinde 'nerde kalmıştık' dedikten sonra daha güçlü olarak devam edin. (bkz: nerde kalmıştık)
  • ne yapmakta nereye varmak istemekte? (bkz: devlet bahçeli)
  • haberi olan bizden değildir

    (bkz: yürüyün beyler, gidiyoruz)
  • nerde olduğunu ya da ne yaptığını tahmin edebileceğiniz, fakat ne hissettiğini gerçekten hiçbir zaman bilemeyeceğiniz bir durum bu aslında. çok düşündürür.

    eğer ortada bir gerçek varsa, bitişlerin ardından bir tarafın her zaman daha çok üzüldüğü ya da düşündüğüdür. bu kıyaslamayı dakika farkıyla da yapabilirsiniz; ay farkıyla da. yol, hep bu kapıya açılır. ve gariptir insan, kendi acısının daha dokunulmaz ve değerli olduğunu zanneder hep. aslında insanların hikayeleri vardır ve birbirine benzer. evren, varyasyon yaratmak konusunda yetenekli. belki de hala tam anlamıyla birbirimizi boğazlamıyor oluşumuzun sebebi bu. varyasyonların empatisi.

    ben çok düşünmüştüm mesela.
    nil'in ruhunda kanatları vardı, benim kafamda boynuzlarım.
    mesela onca zamandan sonra, yaptığı bu şey içinde bir yük müydü? insan böyle bir yükle nerde oturup çay içerdi ki ya da böyle bir yükle kime içini açmak isterdi? nerde olduğu, ne yaptığı önemsizdi aslında. nasıl yaptığını merak ederdim ben.
    nasıl devam edebildi? hemen, öylece. aslında sorulması gereken soru, ben nasıl devam edemedim? olmalıydı yani. bir şeyi sürekli tekrar edersen, hayatın o şey olmaya başlıyor. ve insanlar seni öyle tanıyor, öyle anlamlandırıyor. öyle bir sıfat koyuyor isminin başına. sen kendini öyle sanıyorsun, daha önce hiç olmadığın bir insan olup çıkıyorsun.

    çıkarılacak ders; çok düşünmemek gerek. ihtimaller, insanı delirtebilir.

    sanırım beni sonunda hayal kırıklığına uğratan tamamen, birbirimize bağlılığımızın, yani benceymiş o kısmı, verdiği özgüvendi. hiç kabullenemedim. hem gitmiş olmasını hem de başkasına gitmiş olmasını. yani, yine nerde-ne yaptığının bir önemi yoktu. nasıl hissettiğini bilmek istedim hep. hani derler ya, insan anlatmak için bir şeyler biriktiriyor diye, kafamda ona anlatırken buluyordum kendimi. şimdi olsa ne derdi? onu bilemiyordum işte. sabah tek başıma içtiğim kahveler, akşam tek başıma yediğim yemekler… o varken gittiğimiz yerlere gidiyordum bazen, oturduğumuz sandalyelere baktığımı fark ediyordum sohbet aralarında. orda olmadıktan sonra, nerde olduğunun bir önemi yoktu işte.

    bu liste uzar gider böyle.

    buraya kadar okuduysanız, bu sürecin bir sonu yok bence. top tamamen sizde.
  • büyük ihtimal yalan söyleyip kandıracağı yeni birini bulmuştur ve karaktersiz kişiliğini tatmin ediyordur.
  • hepsi evlendi çocuk bakıyor....

    ayrılan direkt nikah masasına gidiyor amk nasıl baht açıyorsam ...

    edit
  • barda oturmuşum geçenlerde, demleniyorum. iki bir şey içip eve giderim diyorum.

    bir arkadaşımdan fotoğraf geliyor, paris'te gelinlikle düğün fotosu malum kişinin.

    ben bar köşesinde demlenen bir loser'a dönüşüyorum o an, o hayallerini gerçekleştirmiş musmutlu bir insan.

    onun adına seviniyorum tabi. ama alkolün de etkisiyle biraz aptallaşıyorum.

    barmen arkadaş anlıyor bir terslik var, ne olduğunu soruyor. fotoğrafı gösterip olayı özet geçiyorum.

    yorum yapmadan önüme viskiyi koyuyor, "bizden bu" diyor.

    içiyorum. sabah 6'ya kadar. ama eğleniyorum tabi bir yerden sonra.

    rahatlamışım, artık ne yaptığını biliyorum, kötü değil, iyi olmuş.

    insan daha ne ister değer verdiği bir insan için?

    özetle bu soru ayrıldığımdan beri, yani 3 yıldır sormadığım bir soruydu.

    ama bazen soru sormanıza gerek kalmıyor işte, zamanı gelmişse eğer cevaplar sizi buluyor.
  • --- spoiler ---

    bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı'da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder.... dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlıyacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagora kesikmiş. zagorda kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar'a benim içimde bi sıkıntı... işi anladım tabii: zagoru ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor'a, sonra komalık. ankara'da oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornavida yemiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. orhanın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor'a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, "nasıl?" diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bi inandım orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor'a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu tınmıyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına.gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor'a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. ne yaptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul'a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi.bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, oh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişey demiyo. sinop'ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul'a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o halinle kalk git sen diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden.sonra çocuğu doğuruyo. durum hemen anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır'a, zagor'un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor'un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır'a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır'dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını,usul usul yürü şimdi.
    o gün bugün usul usul yürüyorum işte.
    --- spoiler ---

    (bkz: masumiyet)
    (bkz: kader)
    (bkz: haluk bilginer'in masumiyet'teki tiradı)
    https://www.youtube.com/watch?v=10zce8a-uu8
  • nerede ne yapıyor bilmiyorum ama dilerim boyu devrilmiş, boynu altında kalmıştır.
hesabın var mı? giriş yap